Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu “Cevap” Değildir !

Türkiye 70 milyon! Tiyatro seyreden 500 bin ! Tiyatro yazısı okuyan 1000 ! “Kavga”yla sorunlara sahip çıkan 50 !  “Kavga”yı umursayan  10 ! Haberi olan seyirci  0(sıfır)!   Herkesin demokratik defolu olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Size kasıtlı gelen iftiranın sahibini de anlamak ve aydınlatmak gerekir. Başkasının yazısına yapıldığında da, kendi yazınız içinde yapıldığında da  ekleme EKLEME’dir. Bir başkasına “yazını gözden geçir, uyarıyorum” demek, dolaylı dokundurmalar  yapmak  en azından nezaketsizliktir. Başkasının yorumlarını onaylamadığınız içeriği  ile  kullanmak o yorumla ayni fikirde olmak anlamına gelir. Bu anlamda  başkasının değil kendi kurallarınızı kriter olarak alırsınız.  Başkasının sayfasını keyfinizce kullanma hakkınız yoktur. Kendi sayfanızda istediğinizi yapabilirsiniz.  O başkası sizin sayfanızı keyfince işgal edemeyeceğini bilmelidir. Buna sansür denmez "kendi evinin kurallarını ilân etmektir" denir. İsterseniz “hane masuniyeti” de diyebilirsiniz. Size do

ADSIZ

Adsız kahramandı eskiden Şimdiki yorum yazıyor. Adsız cesurdu Şimdiki korkak Adı da olsa Adsız sahtekâr!

Free Zone İstanbul Sergisine Yapılan Saldırı Üzerine Düşünceler

Resim
İki Danimarkalı  tasarımcının (Rosan Bosch ve Rune Fjord Jensen) İstanbul günlük hayatı için yaptıkları işlerin sergilendiği Free Zone İstanbul adlı  sergi saldırıya uğradı. Atatürk resmini içeren bir levha yırtıldı. İçinde yaşadığımız “hiçbir şeyin gizli kalmadığı dünyada” “Bizi okumadıysanız haberiniz olmamıştır” vehmi(üzerine bir yazı iyi olur) içindeki köşe yazılarından çok daha önce olay duyuldu ve yayıldı. Ben olayı öğrenince tasarımcılara bir mesaj gönderdim sorular sordum. Şu ana kadar cevap gelmedi. Muhtemelen Rosan Bosch İstanbul’da olduğu ve düşüncelerini ifade ettiği için ek bir açıklamaya gerek duymamışlardır diye düşünüyorum. Yazımı okuyacak olanlar arada bir “Onu bunu boşver ya şiddet ,şiddet!?” diyeceklerdir. Onun için baştan düşüncemi özetliyeyim : “Şiddet kötüdür. Düşüncelerin serbestçe açıklanmasına karşı şiddet binlerce defa kötüdür. Kabul edilemez, mazur görülemez, gösterilemez.” Şimdi düşüncelerimi açıklamaya devam edebilirim herhalde. Bu arada CHP’liler kendi

Testosteron – Bir Yoruma Cevap - Bengi Günay

Bengi Günay sahne tasarımcısı. Son yıllarda Oyun Atölyesi’nin oyunlarında onun imzası var.  Bir tasarımcının aynı  tiyatro grubu( aynı yönetici)  ile çalışması bence o tasarımcıyı zanaatk â r h â line getirme riski taşır. Tabii ki ekip çalışması, yönetmeni tanımış olmanın avantajları da var ama aynı yönetici ile sahne hayatını sürdüren bir oyuncu için bir süre sonra nasıl bir sığlaşma başlarsa tasarımcı için de aynı risk vardır. (Bu yöneticinin kim olduğu ile de ilgili bir sorun) En son ,  7 oyununda onun başarılı sahne ve kostüm tasarımını gördüm.  Onun gibi düşünsem onun başarısını “görmemem” gerek.  Ama ben o değilim. Önceleri Oyun Atölyesi “kadro”su içinde olan Bengi Günay tiyatronun portalinde şimdi öyle gösterilmemiş.

Testosteron - Bir Yoruma Cevap - Fırat Tanış

Oyun Atölyesi’nde oynanan Testosteron isimli oyun hakkında bir yazı yazdım. (“Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı”) Çoğu Oyun Atölyesi çevresinden gelen yorumlar  yapıldı. Aradan geçen 2 yıl sonunda şu günlerdeki gündeme düşen “yavşak” üzerinden yapılan yorumlar, gönderilen ihtarnameler vb çerçevesinde  yazılanları hatırlayalım istedim. Genellikle yorumlardaki isimlerin gerçek olduğuna inanmak zor. Ama bu zamana kadar aksi belirtilmediği için isimlerin gerçek şahıslara ait olduğunu düşünüyorum. Aksi belirtilir, gerçek şahıslardan uyarı alırsam düzeltirim. Yorumlardan  ilki Testosteron oyuncusu Fırat Tanış’a ait: “fırat tanış-12/29/2008 "Yazı" nın (salt ve sadece -yazının-) şiddet yoksunu masumiyetine sığına sığına şiddet uygulama -hadinsiye- korkaklığınızdan  "Milyon-milyon ytl ler harcayıp,üç temsilde (ve bazen prömiyer yapmaksızın)oyun kaldırıp ödeneklerini hasır altı ediveren,emeğini ve umudunu sömürdüğü ve artık sözleşmeli mi-sözleşmeme

Anket Yapıyorsan, "At bir Teklik" !

Bir bankadan aradılar.Hizmetlerini anlatacaklarmış.”İyi gün”ümdeydim."Peki dinliyorum" dedim.Hemen bir soru geldi : “Hangi takımı tutuyorsunuz?” Durdum. “Bu gibi kişisel soruları telefonda cevaplamıyorum?” dedim. “Tuttuğunuz takımı neden söylemiyorsunuz?” “Niçin söyleyeyim? Sizden alacağım bankacılık hizmeti için gerekli mi?” Yaptıkları ankete cevap alamazlarsa bilgi veremiyorlarmış. Onlar veremiyor ama benden bekleniyor. Ben sorusuna cevap vermeyeceğimi söylediğim için konuşma bitti.

Bir Genel Sanat Yönetmeni’ne Mektup

Unutmayın ki sizin anneniz babanız da “Ben zamanında …” hikâyeleri anlatıyor. Siz de ayni hikâyeleri anlatmaya aday olabilirsiniz . Onlara haddini bildirmeye kalksanız  “kahraman” olur musunuz ? Önemli olan en azından kendi çocuklarınızın gözünde benzer  hataları  tekrar etmemek değil midir , onlara saldırmak yerine ? Hele bu çıkışınız geçmişi düzeltmeyecek ve kendinizin de içinde olacağınız bir gelecek için garanti vermeyecekse. Kaldı ki “Kutsala mı dokundum?” sorusunun algısı çok geniş . Bu “Kutsal ne?”, “Kutsala dokunurum?”dan başlayarak geniş bir açılımı kışkırtıyor,besliyor.

Prag'da Adres Bulduran Sanat

Kafka’nın oturduğu kafe Hanuş ustanın yaptığı saat Kundera’nın romanının başladığı balkon Kafka’nın çalıştığı sigorta şirketi Nâzım 'ın gittiği kafe Mozart’ın oyununun ilk kez sahnelendiği tiyatro Dvořák , Çapek, Nezval,  Smetana’nın defnedildiği mezarlık. Havel’in konuşma yaptığı binanın balkonu Janacek’in operasının sahnelendiği tiyatro Kafka’nın evi Amedeus filminin çekildiği sokaklar, binalar, tiyatrolar Hans von Aachen’in resimlediği kilise Şvayk Kafe Nâzım ’ın şiirindeki Vaclav meydanı Hasek’in yaşadığı sokak Alfons Mucha’nın resimlediği tiyatro Rilke’nin doğduğu ev Beethoven’in kaldığı ev Beatles duvarı Smetana’nın müziğindeki ,  Nâzım ’ın şiirindeki Vltava nehri   Prag’da yolunuzu sanat insanları gösterir. Sanatın gösterdiği yolda kaybolmaz  insan. Melih Anık

Tiyatrosuzluk Diyeti

"...cesaretiniz kırılmasın ama biz bu yolda üç yüz yıl geriyiz.Darılmazsanız söyleyeyim biz daha uzun yıllar bu gıdasızlığa,bu gecikmeye dayanamayız artık.Tiyatro sanatı gelecek kuşakları yetiştirmekle yaşar.Seyircinin ve eleştirmenin hoşuna gidecek şeyler yapan sanatçı ve rejisör kendi kişiliğini yitirir." Muhsin Ertuğrul "İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim" isimli kitapta(s 104) böyle söylüyor.Kitabın basım tarihi 1974..Nerdeyse 40 yıl önce. Bugün durum farklı mı? Bu gıdasızlıkla yaşıyoruz. (?) Hatta gitgide daha da alışarak. Yitirilenleri ya da eksiği farketmetmiyorsanız yediğinizi "gıda" sanırsınız. Bu "gıda"yla bu kadar olur ancak ! Melih Anık

İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi Üzerine Gizem Kurtsoy'a Mektup

Sevgili Kızım Gizem, Yazımı okuman ve cevap yazmandan çok memnun oldum . Teşekkür ederim. Benim gibi düşünenler , tahmin edilenden daha çoktur ve “her şeye rağmen” bu düşüncelerin söylenmesi gerekmektedir. Üniversite yıllarında 7 sene nerdeyse tiyatro kulübünde “yaşadım”. Anlattıklarının pek çoğuna yabancı olmadığımı ,halâ hatırladığımı ve seni anladığımı bilmeni isterim . “Nostaljik hayıflanma” , gençliğin, yaşlılar için ilk aklına gelen “yafta”dır. Genellikle doğru olması her zaman doğru olacağı anlamına gelmez . Kendimden bahsetmekteki amacım, kendimi anlatmak değil sizin ortamınıza ayna tutmak ve yapılacak karşılaştırmadan işinize yarayan bir eleştiri çıkarmanıza imkân vermektir.

KURALLAR

Adınızın ,“ rezaletlere seyirci kalmış"  , samimiyetsiz,üç maymun, konuyu apar topar kapatan, iftirayı ve cadı kazanı tertibini köşelerine çekilip sessiz sedasız izleyen barış elçisi ve arabulucu, olup bitene seyirci kalarak göz yuman, ikiyüzlü, pislik, “yalancılık”, “ırkçılık”, “şantajcılık”, “köpeklik”, “sansürcülük”, “rüşvetçilik”, “ırkçılık gibi ciddi bir suçu sulandırma’, “iftira”, “cadı kazanı tertibi”, “suç ortaklığı”, “omurgasızlık”, “riyakârlık”lık ifadeleri ile yan yana konulmasının , akılsızlık mı , ahlâksızlık mı ,çılgınlık mı , ciddiyetsizlik mi , tertip mi , plan mı , terbiyesizlik mi, küstahlık mı , saldırganlık mı, hakaret mi, çocukluk mu , pervasızlık mı  olup olmadığının , söyleyene ve söyleyen kişinin toplumca ne ifade ettiğine bakılarak değerlendirilmesi , birinci kuraldır. İkinci kurala göre de her halükârda , filler , maymunlarla uğraşmaz . Pişman olanı affetmek üçüncü kuraldır .  Melih Anık

Viski

Gecenin ilerlemiş bir saatinde şirketin üst kademesi toplanmış , ertesi gün teslim edilecek teklif dosyası üzerinde son düzeltmeleri yapıyordu. Tartışmaların en hararetli anında patron odaya girdi. Herkes toparlandı , patrona yer açtılar. Şirket çalışanları , patronun bu haline alışıktı. Patron ,hiç beklenmedik bir anda şirkete gelir, ışık gördüğü  odalara dalar ,  geç vakte kadar çalıştıkları için çalışanları över ve onlarla 15-20 dakika havadan sudan konuşur , gönül alırdı .

Otellerde Enerji Tasarrufu

Otellerde gelişen bir uygulama  var  : Enerjiyi tasarruflu kullanmak. Otel odasına giriyorsunuz ve kart şeklindeki anahtarı kapının hemen yanındaki deliğe yerleştirmeden odaya elektrik gelmiyor. (Kimse yokken odada sadece buzdolabına bağlı priz “canlı”.İçkiler buz gibi ama oda hamam!) Kredi kartı gibi olan oda anahtarı , odayı “elektriklendirmek” için kullanıldığı gibi  oda anahtarının bağlı olduğu halkaya  bağlanmış ve kredi kartından biraz daha kalın bir parça da bu amaçla kullanılabiliyor. Yöntem otelin “dijitalleşme”sine bağlı. Herkes bu parçayı anahtar halkasından söküp  odadan çıkarken ait olduğu delikte bıraktığı için olmalı artık halkanın açılma noktasını lehimliyorlar. Kırılması mümkün ama otelde ayrılırken  yaptığınız ortaya çıkacağı için kimse de “uğraşmak” istemiyor. Kredi kartı gibi olan anahtarlarla iş daha kolay. İkinci bir anahtar alıp (resepsiyondaki “patronun adamını” ikna edebilirseniz!) onu yerinde bırakmak siz yokken odayı “elektrikli” yapıyor ama ucu lehimlenm

Meslek Seçimi

Mayıs’dan başlayarak Ekim'e kadar yılın bu aylarında bazı evlerde önemli bir konu ,gündem oluşturuyor: Meslek seçimi.. O yıl üniversiteye girecek çocuğu olan aileler tüm bilgi, tortu ve beklentileri ile katkıda bulunarak en doğru seçimin yapılması için çaba harcıyorlar. Kendisine sorulsun sorulmasın ailenin yakın çevresi de olayın içine karışıyor. Herkesin de bir fikri var! O zamana kadar salt “Üniversite okuma” ile genelleşen arzu, bu aylarda daha somut soruların yanıtlarını bulma zorunluluğunu  getiriyor : Hangi üniversite? Hangi meslek? Her yıl yenisi açılan üniversiteler , iyi öğrenciyi kapma yarışındaki üniversitelerin “gel-gel”leri , maddi koşulların zorlaması , kılık kıyafette farklı kurallar vb ölçütler tercihlerin dayanakları durumuna gelmiş. Bir de bir kararla tüm düğümün çözüleceği , geleceğin kararlaştırıldığı inancı bu ayları tam bir kaos haline getiriyor.

Ahmet Hakan ve “Alaturkanın Yükselişi ” (!)

Ahmet Hakan köşesinde “Alaturkanın Yükselişi” başlığı ile bir yazı yazmış. Nahide’de sahneye çıkan Nev’in , yeni çıkardığı “Bir Nev-i Alaturka” adlı albümünde yer alan şarkılarını dinlemiş. İki şey dikkatini çekmiş: “-   BİR: Nev'in alaturka şarkıları çekici hale getirerek söylemesi. -   İKİ: Dinleyicilerin alaturkaya susamışlıkları... Nev'in kendine özgü şahane yorumuyla “Kimseye etmem şikayet”, “Ey but-i nev eda”, “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” gibi şarkıları dinledikçe, hepimiz “Ne kadar da özlemişiz bu şarkıları” deyiverdik.” diye yazmış. “Susayan” herkes için her zemin ve zamanda alaturka dinleme olanağı   olduğunu bilen   biri olarak şu soruları sordum   (…. kendime) : Alaturka şarkıların “çekici hale gelmesi” ne demek ? Bu "çekicilik" alaturka müzikte yeni bir "trend"in habercisi mi ? (Yani Türk yemeklerinin İngiliz damağına (?) uygun hale getirilmesi gibi mi?) Dinleyiciler “çekici hale gelen” alaturkaya mı susamışlardı ? Yoksa "ala

Vuvuzela ve "İnsan Nelere Alışıyor"….

İlk işimde şirketin tahsis ettiği lojman Kirazlıyalı’da tren yoluna en çok 10 metre mesafede idi. Haydarpaşa’dan kalkan Anadolu trenleri geçerdi gece gündüz. Lojmanda kaldığım ilk gece yarısı saat 03’de evin sarsıntısı ile uyandım. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra sarsıntının nedeninin geçen tren olduğunu anladım. Gece yarısı uyanmalarım bir hafta sürdü. Sonra sesi duymadım. Ardından Yarımca’da bir eve taşındım . Ev , o günlerde TEM henüz açılmadığı için tüm yükü çeken E5’e 50 metre uzaktaydı. Özellikle gecenin sessizliği içinde ağır vasıtaların karanlığı delen vınlamaları , uğultuları ile sabahı sabah ediyordum ilk günler. Alışmam 15 gün aldı. Evin yanındaki "lagün"deki kurbağa sesleri 24 saat duvarları , kapı ve pencere camlarını delmeye çalışıyordu sanki. Ona alışmak da 30 gün sürdü. Her iki evdeki komşularım ben gürültüden yakındıkça bana anlamaz gözlerle bakıyorlardı. Şimdi Afrika’dan "vuvuzela" sesleri geliyor. Herkeste bir öfke bir kızgınlık..

"Türk'ün Türk'e Yaptığı" - Şenes Erzik , Fatih Altaylı ve Gazetecilik......

2016 Avrupa Futbol Turnuvası Finalleri’ni düzenleme hakkını Fransa “kaptı”. Bizim gazetecilerimiz(?) TV'de Şenes Erzik ile görüşüyor. Biri soruyor: “Kim Başkan ise onun ülkesi turnuva düzenleme hakkını alıyor. Bizim de Başkan çıkarmamız mı lazım?” Soruyu soran, “Senin rütben yetmedi” anlamına gelen bir soru sorduğunun farkında mı acaba? Soruyu sorduğuna göre ne yaptığının farkında değil! Erzik , kısa bir sessizlik (yutkunma) anından sonra “Herhalde öyle” diyor. İkinci soru TRT kökenli birinden: “Platini ile birlikte yaptığınız açıklamada , tarafsız kalacağınızı açıklamıştınız. Siz sözünüzü tuttunuz , Platini tutmadı . Ne dersiniz?” Aslında siz “kulis yapmadınız” demeye getiriyor. Daha da ileri gidersek “ülkeniz için gerekeni yapmadınız” demek bu! Erzik : “Benim ne yaptığımı nerden biliyorsunuz ? Bana söz verenlerden 6’sı sözlerini tuttu” diyor. TRT bir okuldur derler. Soruyu soran,"okumuş" ama “olamamış” ! (Ya da Haber Türk’e transfer olacak!) Sorduğu sorunu

Radyo Hayalleri Özgürleştirir

Benim çocukluğumda televizyon yoktu. Erzurum’un Kandilli’sinde mobilyalı Airmec marka radyo önce bir göz kırpar ses çıkarması için uzun uzun “ısınması” gerekirdi. FM diye bir frekans yoktu o zamanlar. Kısa, uzun, orta dalga’dan parmaklarınızın hassasiyeti ölçüsünde bir istasyon yakalamaya çalışırdınız. Ses genellikle çok uzaklardan gelirdi. Radyonun arkasına bağlanmış ve anten yerine geçen kabloyu uzun tutar , sesi netleştirmek için odanın içinde dolaştırırdınız. Ama çoğunlukla gelen ses aya ayak basan ilk insanın sesinden bile net değildi. Biz radyoyu o günlerde sevdik. Özellikle geceleri , gaz lambalarının sarı ve titrek ışığı altında bizi hayal alemine sürükleyen, radyodan gelen parazitli seslerdi. Zeki Müren sesi yakalanmışsa, ayar bozulacak diye kimse yerinden kıpırdamazdı sanki. Sonraki yıllarda dinlediğim Muzaffer Sarısözen’in akşam saatlerindeki “Yurttan Sesleri”ni unutamadım. Küçük yaşıma rağmen kaçırmamaya çalıştığım bir programdı. Sarısözen’in sesi ve tonlaması beni

Manolya bir Çiçektir

Parfüm satan dükkanlardan birine girdim. Tezgahtaki delikanlıya manolya kokusu var mı dedim. Yüzüme öyle bir 'boş' baktı ki ! "Bir çiçek" dedim. "Bizde ondan yok,çiçek kokuları var" dedi. Olumlu bir yanıt alsaydım "ya yasemin,ya sümbül" diyecektim.. Dükkandan çıktım. Manolya,yasemin,sümbül... Kokuları ile bir nesli sürükler ordan oraya.. Bir şiire,romana,filme..Bir yaz gecesine...Bir sevgiye... Şimdi... "Manolya bir çiçektir.." demek gerekiyor. Sadece? Tiyatroda da manolyayı manolya olduğu için sevmek bir ayrıntı gibi gözükür ama bizi 'kaba-saba' , maganda sahnelemelerden korur.

Sartre'ın Gizli Oturum Oyunu İçin Varoluşçuluk Üzerine Derleme

J.P.Sartre'ın Gizli Oturum oyunu için Varoluşçuluk ile ilgili bir derleme yaptım. İnanıyorum ki oyunu izlerken ve de daha sonra kafalarda oluşan sorular için yol gösterici ; sahneden görüleni anlamlandırmaya yardımcı olacaktır.(Çözeceğini garanti edemem!) “Varlık özden önce gelir. İnsan kendi var olma yolunu seçer. Biz kendi kararlarımızın ürünüyüz yani özgürlüğümüzün ve özgürce yaptığımız eylemlerimizin. Ama sonuçları düşünerek eyleme geçtiğimiz için de özgürlüğümüzün sınırları vardır. Bu sınırsız özgürlük sınırsız sorumluluk getirir. Ama insanın seçimleri salt kendini ilgilendirmez. Beraber yaşadıklarını da ilgilendirir. Sadece kendisi için seçmez tüm toplum için seçer. “ (Kendi özgür seçme ve kaderin efendisi olma, Tanrı fikrine de yeni açılımlar önerir.) “İnsan trajik olarak yalnızdır. İnsan insanın rakibidir.”

Küba’da Kartpostal Bekleyen Yaşlı Kadın

Trinidad , Küba’nin en güzel şehirlerinden biri. Birbirini dik kesen sokakların iki yanında sıralanmış tek katlı evleri rengarenk boyalı.Camsız pencereler, demir parmaklıklar ve tahta panjurlarla kapatılıyor. Güneşin doğuşu ile birlikte kapılar ve tahta panjurlar açılıyor, kapı önlerinde oturan insanlar sokağa can veriyor. Evlerin gün boyu açık kalacak kapı ve pencerelerinden dışarı hayatın nefesi , sesleri , renkleri saçılıyor. Sokak , evlerden aldığı nefes ile bir nabız gibi atmaya başlıyor. Aksam saatlerinde sokakların derinliklerinden yankılanan müzik sesleri sizi çağırıyor. O seslerin peşine düşüp sokaklarda kendinizi kaybediyorsunuz(arıyorsunuz?). O sokaklarda yürürken bir kapının önünde duran yaşlı bir kadın bizi evine davet etti. Biz İngilizceye benzerse İspanyolca anlayabiliyoruz ancak ama yaşlı kadınla “gönül dili”yle anlaşıyoruz. Biraz da çekinerek giriyoruz eve. Yer, tipik Küba evlerindeki gibi desenli ve renkli taşlarla kaplı. Tertemiz. Yer ve duvarlar rengarenk ve