Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Özel Tiyatrolara Yardım Protokolü

Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara desteği (yardım) kapsamında imzalanmasını istediği protokol tartışıldı. Aslına bakarsanız tartışılan, protokolün 14.Maddesi’nin ( d ve  e )  bendi idi. Ben o protokolü ancak elde edebildim. Bahsi geçen maddeler şöyle: “d. Bu konuya ilişkin yürürlükteki mevzuat hükümlerine ve/veya toplumun genel anlayış ve davranışlarına ters düşen hususların tespit edilmesi e.Projenin sergilenmesi sırasında, projenin bakanlığa sunulan konusu dışına çıkılarak Anayasa’da belirtilen temel ilkelere, kanunlara, genel ahlâka aykırı hususlara ya da bireyleri ve/veya kurum-kuruluşları ve/veya toplumun bir kesimini rencide edici veya hakaret içeren hususlara yer verildiğinin tespit edilmesi ” Galiba üstünde en çok durulan da “genel anlayış ve ahlâk” ifadesi idi. Konuyla ilgili araştırırken Yrd. Doç.Dr.Nihat Bulut’un bir makalesini buldum okudum. ( http://www.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2000_1_3.pdf ) Yrd.Doç. Dr.Nihat Bulut konu ile ilgili tan

"Barış Adlı Çocuk"

Zaplarken ekranda önüme çıkan bir dizide gördüm onu. Adını bilmiyordum. Diziyi de beğenmiyordum, onu da.. Bir gün bir oyuna  gittim. Oynayanları tanımıyordum. Baktım sahnedeki üç oyuncuyu da TV ekranlarından tanıyorum. Oyun bitiminde çıkışta oyunun iki oyuncusu ile karşılaştık, onları artık isimleri ile biliyordum. Onlar da beni tanıdıklarını belli ettiler. İkisi de çok saygılı idi. Ayak üstü sohbet ettik. Onları tanıdım.   Oyunculukları hakkında aklımdan geçenleri paylaştım onlarla. Büyük bir içtenlikle, alınmadan dinlediler beni. Aradan bir süre geçti. Bir anne tanıdım twitter’da. Oğluna hayran bir anne. Onun oğluna hayranlığına ben de hayran kaldım. Takip etmeye başladım. Oğlunun dürüstlüğü annesinden kaynaklanıyor diye düşündüm hep. Oğluna isim koyarken Sevgi Soysal’dan esinlenmiş olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. Bir gün ‘oğul’un oynadığı yeni oyuna gittim. Oyun sonu onu bekledim kulis çıkışında. Beni görünce samimiyetle sarıldı. Ben de ona sarıldım. TV ekranındaki oy

Genco Gülan ve “Kendi Portresi?”

Genco Gülan son sergisini Bebek Lucca’da açtı. Bana da serginin kitapçığını gönderdi. Kitapçık vasıtasıyla sergi hakkında bir fikrim oldu ama sergiyi bir de mekânı içinde görmek istedim ve Lucca’ya gittim. İyi de etmişim. Bebek Lucca kendimi ait hissettiğim bir mekân değil. Bilerek en kalabalık bir saati seçtim ve  yemek kokularının zirve yaptığı, masalardan siparişlerin yoğun olduğu bir öğle vakti mekâna girdim. Mekânın “asıl sahipleri” de benim niyetimi anlamış olacaklar ki bana “dokunmadılar”, beni kendi halime bıraktılar. Ben masalarda oturan insanların umursamaz, şaşkın, ilgisiz, küçümseyen bakışları arasında onların arkasındaki duvarlardaki Genco Gülan’ın portrelerine uzun uzun baktım. Fotoğraflar zaten bilgisayarımda var; orada uzun zaman geçirmemin asıl nedeni bir yandan masaları dolduran insanları yan gözle izlemek bir yandan da eserlerin mekân içinde anlattıklarını duyabilmekti. Daha önce bir sergi salonunda, bir kitapçıda Genco Gülan’ın eserlerini görmüştüm. Genco G

Son Romanı “Size Pandispanya Yaptım”ı Mario Levi’den Dinledim

Beyoğlu’dan geçerek geldim Pera Palas’ın Orient Salonu’na. Yanından geçtiğim binalar, yüzüne baktığım insanlar sanki onlarca filmden çıkıp çıkıp önüme düşüyordu. Bir binanın içine girip, birinin peşine takılıp kaybolabilirdim. Arkamdan gelen  uğultulu Beyoğlu’nun önü, Pera Palas’ın kapısındaki özel giysili görevli tarafından kesildi.  Ben âsude bir loşluğun içine girdim.

Masumiyet Müzesi Bir Aşk Romanı mı?

Masumiyet Müzesi'ni ilk elime aldığımda 50.sayfasında bunaldım, ikinci kere elime aldığımda  332.sayfasında ve 56. Bölümde pes ettim. (Tamamı 586 sayfa.)Son bölümlere atladım ve kitabı bitirdim(!) Roman, karakter incelemesi yerine karakterlerin yaptıkları üzerine odaklanmış. Pek tabi ki eylemine bakarak  karakteri çizmek ve ruh hallerini anlatmak da mümkün. Bu açıdan bakınca okuyucuya daha çok iş düştüğünü söylemek mümkün. Zira romancı bu konuda özel bir çaba harcamıyor, olay anlatıyor.  Sayfalar dolusu ayni tutkunun değişik biçimlerinin anlatılması, sonuçsuz ve sonsuz bir iç daralması verdi bana; romanın içine düştüğü girdap beni de yuttu. Sevgilinin eşyalarına duyulan saplantı seviyesindeki bağlantının romanın tek ve orijinal çıkış noktası olması romanı sığlaştırmış. İnandırıcı da değil. Ve bir yerden sonra biteviyeleşiyor. Hatta bazı sahneler bana turistlere yapılan Galata Kulesi eğlencelerini hatırlattı. Turistler için ilginç olabilir. Oldu da… Pek çok dile çevrilen romanı

Ben Ne Biçim Bir “İnsan”ım !

Ben beyzbol sopası (veya başka bir şey) ile bir başkasının kafasına vuramam; herhangi bir silahı bir başkasına doğrultamam. Uyurken fotoğrafımı çeken kadın gazetecilerin bacak aralarını fotoğraflamak benim aklıma gelmez. Başıma gelen bir kötülüğü başkası için dilemem. Geçmişte yerden yere vurduğum birini  üstünden bir zaman geçip de översem kendimden nefret ederim. Yalan söylemek bence ahlâksızlıktır. Yanlış yaptığımı anlarsam başkası unutmuş bile olsa ben bir fırsatını bulup özür dilemek isterim. Yalnız kalmayı göze alma pahasına bireysel özgürlüğüme çok önem veririm. Aklım “terazim”dir. Sanatın içine tükürmem, tüküremem. Zira sanat, insan olmak için gereklidir. Vicdanım yol gösterir bana, “devlet hakkı”, “kul hakkı” yemekten korkarım. Sokakta  gördüğüm hamile kadına "terbiyesiz" diyemem.  ( *) Karım EŞİM'dir. İnançlı HER insana saygı duyarım. Yaşam alanıma çok değer veririm. Hesap kitaplı iş yapmam, kaz gelecek diye tavuk

Üniversite Tiyatrolarında Telif Ödenmesi - Hilmi Bulunmaz’a Cevap

Hilmi Bulunmaz ile bir araya gelmedim. Erbil Göktaş ile görüşürken onun Bulunmaz’ı araması nedeniyle Göktaş’ın telefonundan, kısa nezaket cümleleri ile bir konuşma geçti aramızda. Çeşitli konularda  mesajlaştık. O Türkçeye dikkati ve hassasiyeti nedeniyle yazılarımda bulduğu ifade ve yazım hataları konusunda beni uyardı. Çoğunlukla hak verdim, düzelttim. Karşı çıktığı düşüncelerimi kendi sayfasında alenen eleştirdi.(Rosenbergler Ölmemeli) Mesajları cevaplamada hassasiyeti olduğunu biliyorum. Yazdığım mesajları belli bir süre içinde mutlaka cevapladı. Fikrî takip konusunda da inatçı bir kişiliği olduğunu anladım. Kendisini ilgilendiren konular dışında da tiyatroda olup bitene duyarlı, kafasına yatmadığına hemen tepki veren bir kişiliği var. Onun tepkilerinin tümüne katılmıyorum. Özellikle kendisine karşı açılan d âv âları  bu kadar ciddiye almasını ve de karşı d âv âla r açmasını doğru bulmuyorum. Onun “linç kampanyası” dediği kampanyanın da ciddiye alınacak bir yanı yok (bence).  İmz

İBB Kültür A.Ş. Gösteri Sanatları Merkezi- 11.Üniversitelerarası İstanbul Tiyatro Festivali

11.Üniversitelerarası İstanbul Tiyatro Festivali  1 Mayıs 2013’de başladı. Festivali İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.’ye bağlı olarak eğitim veren Gösteri Sanatları Merkezi düzenliyor. Festival, Devlet Tiyatroları’nın Cevahir, Küçük Sahne ve Tekel Sahneleri  ağırlıklı  Zeytinburnu,  Cennet,  Sefaköy  ve Fatih  Kültür ve Sanat Merkezlerinde olmak üzere 7 sahnede plânlanmış ve  19 Mayıs 2013’de Ödül Töreni ile sona erecek. Bu seneki festivalin onbirinci olduğunu düşünürsek artık gelenekselleşmeye başladığını söyleyebiliriz.

Can Doğan ile “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” Üzerine Yazışmalarımız

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununun yönetmeni  Can Doğan, oyun ile ilgili yazımdan ve karşı karşıya kaldığım “twit saldırısı”ndan sonra hoş görü ve nezaket örneği olan bir mesaj yazdı.  Can Doğan'ın " emek harcanan bir 'şey'in fark edilmesi ", " yerginin muhatabı olmanın keyfi "nden bahsederek gösterdiği olgunluk olağanüstü. Bu davranışıyla “eleştiri mekanizması”nı da koruyor.  Mesaj mesajı doğurdu ve yazıştık. Ben Doğan’ın şahsıma karşı göstermiş olduğu teveccühten tabii ki çok memnunum. Büyük bir tevazu ile kendini “ hayatını tiyatroya adamış bir tiyatro heveslisi ” olarak anlatan bir tiyatro çınarının  “ profesyonel sahnelerde 30. yılına bir kala ” söyledikleri  çok önemli. “ Yazımı iktibas edebilirsiniz ” notundan da cesaret alarak  oyun ile ilgili temelde aynı duygudan beslenen ama farklılıklar taşıyan düşüncelerimizden bahsetmek istiyorum.  Bunun,  konularla ilgili başka tartışmalara, düşüncelere bir katkı olması amacını taşıyorum.  Ayrıc

SUSUYORUM…

Günlerdir süren yazılar, telefon konuşmaları  ve yorumlardan sonra Türkiye Kayası’nın  yazarı Fehime Seven imzasını taşıyan  aşağıdaki yorumu aldım: “ ’Türkiye Kayası’ İBB Şehir Tiyatroları repertuarına alındıktan sonra, sahneleme öncesindeki süreçte, dramaturg Gökhan Aktemur'un oyun yazım tekniği-dramatik yapı ilgili önerilerini de dikkate alarak çalışmalarımı sürdürdüm. “Türkiye Kayası”nın ilk versiyonu da “sahne metni” de tarafıma aittir. Benim isteğim ve bilgim dışında kurum ya da kişiler tarafından oyuna herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. “Türkiye Kayası”nın yazılmaya başlandığı ilk günden bugüne kadar emeği geçen herkese ve oyuna büyük ilgi gösteren seyircimize teşekkür ediyorum. Saygılarımla Fehime Seven ” SUSUYORUM… Melih Anık

“Yeni Seyir Halleriyle Yerli Metinler” Söyleşisi Üzerine Düşünceler

Alternatif Tiyatro Mekânları Ortak Girişimi 12 Ocak – 20 Ocak 2013 tarihleri arasında “ Yerli Metinler Haftası ” düzenledi. Cumartesi’den Cumartesi’ye her  gece Ortak Girişim Tiyatroları’nın biri programa alındı ve takip eden Pazar günü(20 Ocak) Kumbaracı50 salonunda  Sevinç Erbulak’ın yönettiği “ Yeni Seyir Halleriyle Yerli Metinler ” söyleşisinde  oyunların yazarları görüşlerini paylaştı. Son seyrettiğim oyun, “ Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi ”  ile ilgili hazırladığım yazıda ben de tiyatro yazarlığına büyük bir bölüm ayırmıştım. Yazıyı yayımlamadan önce yeniden gözden geçirmem için bu söyleşi toplantısı bana fırsat gibi geldi. “Dışarıdan” yazarlığa bakma çabam, yazımda Ebru Nihan Celkan’ın isminde  bir örnek olarak paylaştığım “yazarlığa” ait görüşlerim, yazarların kendi ağızlarından anlattıkları ile ne kadar buluşacaktı, bu merak ile dinleyici olarak toplantıya katıldım. İlk bölüm tüm yazarların ilk tur konuşmalarından oluştu yaklaşık 2 saat sürdü; verilen aradan s

Filmden Tiyatro Çıkardım: “The Sessions”ın Senaryo Özellikleri

Türkçeye Aşk Seansları  ismiyle tercüme edilmiş The Sessions,  “çelik ciğerli” şair Mark O’Brien’in  ilk seks deneyimi için bir terapist ve bir rahipten yardım almasının hikâyesi. Çocukken geçirdiği ‘polio’, şairi yatağa bağlamış  ve çelik bir ciğer kullanmasına neden olmuş. 49 yaşında hayata veda eden  Mark O’Brien’ın  yatağa bağımlı sürdürdüğü hayatına ait 1997 yapımı bir belgesel de var,  Jessica Yu tarafından yönetilmiş , ''Breathing Lessons: The Life and Work of Mark O'Brien''.  Mark O’Brien’in en az yardımla hayata tutunma azmi ona, 1994 yılında bir Akademi Ödülü getirmiş. San Sebastian ve Sundance Seyirci Ödülü, Sundance Jüri Özel Ödülü’nü alan ve  John Hawkes, Helen Hunt and William H. Macy’nin oynadığı “The Sessions” isimli film Türkiye’de ne kadar ilgi görecek bilmiyorum. Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday olan Helen Hunt Oscar alırsa belki bir kıpırdanma olabilir. Belki “Helen Hunt’ın ‘en cesur’ filmi olması” ilgi çeker. Ben genellikle olduğu gi

Bir Hayâlin Yıkılışı : “Son Şangrila”(?) Butan

Butan’a  seyahat etme düşüncesi  “ gayri safi mutluluk ” ifadesini ilk duyduğum anda başladı. Ülkenin Kral’ına ait bu sözü duyduğumda kendimi  “mutluluklar ülkesi” hayâli içinde buldum. Araştırdığımda Butan seyahatleri bir başka ülkeyle birlikte yapılıyordu. Oysa ben sadece Butan’da zaman geçirmek istiyordum. Sonunda bu olanak doğdu ve “ Son Şangrila..Trongsa Festivali ve Butan ” gezisine katıldım. Ama şunu bilmekte yarar var, Butan’a sadece Butan uçakları (Druk Air) inebiliyor. O nedenle de bir ‘ara-ülke’den geçmek lâzım. Bize uyan havaalanı ve şehir Delhi oldu. Giderken yarım, dönerken bir gün Delhi’de zaman geçirdik.