Sydney Festival 2014 ve Bizim Festivallerimiz

Beyhan Murphy’nin  “şu çeşitliliğe bakın...” diyerek paylaştığı “twit”ten Ayşenil Şamlıoğlu aracılığıyla haberdar olup  Sydney Festival 2014 tanıtım sayfasına bakınca ben de “Kendi halimizde yaşayıp gidiyorduk.. Ne gerek vardı buna :)))” diye yazdım. (http://www.sydneyfestival.org.au/2014/Theatre-and-Dance/ ) Zaten “rahatımız kaçmış” ama “avunuyor, avutuluyoruz”, geçip gidiyoruz işte! Ne gerek var dünyayı “gözümüze sokmaya” değil mi? Kıskanarak, içim acıyarak Sydney Festival sayfasını inceledim. Başladım düşünmeye..

Sanat sadece sanatçılarla yönetilemeyecek kadar büyük bir iş kolu. Ülkemizde maalesef amatör seviyede yürüyor. Sanatı iş edinmiş “sanat yöneticileri” yok.. Elbette yöneticiler var ve kurumları yönetiyorlar ama “sanatı yönetmek” farklı bir iş bence.

İster küçük ister büyük olsun  sanat kurumlarında “eşit başkanlık sistemi” olmalı. Örneğin tiyatroda repertuarı seçecek bir tiyatro adamı ile tiyatronun idari ve finansman konularında  uzman  ve  tiyatroyu seven  bir işletmeci beraber çalışmalı. Zira hiçbir tiyatro eseri bu iki konu birlikte ele alınmadıkça başarıya ulaşamaz.  Başarıdan kastım ülkemizdeki ödüllerle ya da seyirci sayısı ile sınırlı değildir. Tiyatro alanında kalıcı ne yaptığı, dünyada sesinin ne kadar duyulduğu gibi pek çok konuya bakarak sonucu değerlendirmemiz gerekir. Maalesef ülkemizde tiyatronun ufku çok dar.  Bu ülkenin ekonomik, kültürel ve sosyal durumunun bir sonucu elbette.  Bence Türkiye ile sınırlı bir strateji ile bir yere varılamaz, dünyanın bir parçası olmak vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bunun içine tiyatro mimarisinden tutun da oyuncu haklarına kadar her şey dahildir. Bugün dünyada uluslar arası çalışmalar yapılıyor. Ülkemizde de bazı topluluklar ülke dışındaki gruplarla temas halinde, bazıları iş birlikleri deniyor. Bunlar elbette iyi çalışmalardır ama profesyonel düşünmek gerekir. Bazıları profesyonelliği “iş bitiricilik“ olarak anlar. “Profesyonellik” işi hakkıyla yapmak demektir.

Festival düzenlemek, program yapmak da “profesyonel” bir uzmanlık işidir. Ülkemizdeki festivaller önce paranın geleceği yeri bulur sonra program yapar.  Örneğin 2014 Türkiye’de Polonya etkin olacaktır bu da ister istemez festivalde Polonya Tiyatrosu’ndan örneklerin yer alması sonucunu doğurur,  Japon yılında Japon oyunlarının yer alması gibi. Bu elbette kullanılması gereken bir olanaktır ama festivallerin tanınırlığı ile ilgili sorunlar yaratır.

Festival programını hazırlamak bir uzmanlık işidir. Kurumların geçmiş yıllara ait ellerinde toplanan seyirci bilgisi önemlidir.  Ama bence daha da önemli olan seyirci “trend”lerinin, sponsorluk olanaklarının ülke ekonomisine koşut potansiyelinin takibi, uluslar arası diğer festivallerin programları gibi pek çok konunun araştırılması gerekir. Bu amaçla “iki başlı” yönetim yapılanması zorunluluktur.

Sydney Festivali’ni programına bakarken aklımda olan  problemin de aydınlandığını gördüm. Bir festival tek bir seyirci kesitine göre düzenlenmez. Seyircisi daha çok olan gösterileri de seçmek program içine dengeli olarak yerleştirmek gerekir. Program içi dengeleme,  avangart çalışmaları finanse etmenin de bir yolu olabilir. Örneğin Sydney festival programı içinde sirk vardır. Wroclaw Festivali’nde Exhibit B gibi sergi,  müzikal, performans vardı. Bu kapsamda düşünürsek “sokak çalgıcıları”, sokak tiyatroları” gibi etkinlikler festivali sokağa indirmiş olmaz sokağı festivale yakınlaştırır. Öte yandan ülkemizde yadırganan sokak tiyatrosu bu tür festivaller ile “normalleşmiş” olur.  Festivallerin amacı sadece gösteri sunmak değildir, olmamalıdır; ülkenin festival konusu ile ilgili alanında “tabu”ların yumuşatılmasına, kalıcı değişikliklerin yapılmasına katkı sağlaması gerekir. Her festival arkasında kalıcı bir eser bırakmalıdır. 

İstanbul gibi bir kentte yapılan festivallerin ulaşım ve sahne  açısından yaşadığı zorlukları hepimiz biliyoruz. Belki de İstanbul’da ısrar etmemek, ülkenin diğer şehirlerine doğru yayılmak gerekir. (Trabzon, Konya’da yapılan festivaller güzel örneklerdir.) Aklıma Eskişehir geliyor. İKSV Eskişehir’e bir festival kazandırabilir meselâ.  İstanbul dışındaki şehirlerin olanaklarının kısıtlı olduğuna katılıyorum. İstanbul bile yeterli olanağa sahip değilken Anadolu şehirleri daha da zor durumdadır.  Ancak her şey küçük ile başlar, ağaç tohumdan büyür. Olanaklara göre yapılan programlar süreklilik kazanırsa yeni olanaklar doğacaktır.  Ülke içindeki kucaklaşmada festivallerin ve sanatın rolü çok büyük ve önemlidir. Festivallere bir de bu açıdan bakmayı öneriyorum.


Melih Anık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri