Bir Tiyatro Serüveni ve Tiyatromuzun Hâl-i Pür Melâli
Dün akşam Caddebostan'dan Üsküdar Tekel Sahnesi'ne oyun seyretmeye
gittim. Fenerbahçe'nin maçı vardı. Stad önü geçişler sınırlandırılmıştı.
Bindiğim otobüs beni Kızıltoprak'ta attı. Taksi minibüs bulamadım stad
çevresinde kurulmuş güvenlik bariyerlerini geçerek Kadıköy Meydanı'na kadar
yürüdüm. Allahtan seyircisi çok olmayan bir maçtı. Amacım Kadıköy'den
dolmuş ya da otobüs ile Üsküdar'a ulaşmaktı. Ama Haldun Taner
Sahnesi önünden Marmararay'ın ilk durağı Ayrılık Çesmesi'ne kadar trafik
kilitlenmişti. Dolmuş ya da otobüs yoktu. Olsa, o trafikte adım adım
ilerlenecekti. Mecburen yürüdüm. Ayrılık Çesmesi istasyonu önünden taksiye
bindim. Üsküdar'a ulaştım. Üsküdar'dan Tekel Sahnesi'ne doğru trafik de
tıkalıydı. Her zamanki gibi yürüdüm. Dönüş nisbeten kolay oldu. Üsküdar'a
yürüyerek ulaştım. Otobüsle Kadıköy'e oradan yine otobüsle evime geldim. İki
buçuk saat süren bir oyun için evden çıkıp eve dönüşüm altı saat olmuştu. 15
TL'na aldığım bilet parasına otobüs taksi ücretlerini, Kanaat Lokantası'nda
yediğim yemeğin ücretini de katın bir tiyatro oyun seyretmenin bedelini tahmin
edin.
Bu serüveni özet olarak sosyal medyada paylaştım. Bir arkadaşım
"Tiyatro bizim emeklerimizle güzel Melih Bey. Ben de akşam 7’de
koştur koştur işten çıkıp karşıya,Baba Sahneye
gittim.Metro-marmaray-metro,dönüşte Taksim’e sarı dolmuş.Ama iyi ki tiyatro
var.Yaşadığımız çukurdan çıkıp hayal kuruyoruz 2 saat.Değer bence"
diye bir cevap yazdı.
Benim şikayetim yok ama bu şehirde sanata ulaşmak çok zor. O
arkadaşım: "Hangi sevgi
fedakarlık gerektirmiyor ki.Ben şikayetçi değilim.Sizin
olmadığınızı da eminim.Kolay ulaşılırlığa gelince; lokasyon en son sorun bence.
Önce talepkar kitle olmalı.Çevre Tiyatrosu KMP’nın ortasında. Semtin %90’ının
içeri bile bakmadığından eminim" diye yazdı. Yazdıkları üzerine bu yazıyı
yazma gereği duydum. Zira arkadaşım iyi bir konu açtı, iyi pas verdi yâni.
Önce şunu belirtmem gerekir ki herkesten
aynı fedakârlığı bekleyemeyiz. İmkânı olan fedakârlık yapabilir. Ya da şöyle
demek daha doğru: herkes kendi kapasitesinde fedakârlık yapabilir, fedâkarlık
yaptığı konu farklıdır. Tiyatro sevdiği halde oğluna ayakkabı almak için o
zevkinden vazgeçen bir baba da feda ediyordur bir şeyleri. Hatırlayın bir
futbol kulübünün kampanyası "feda" üzerine kurulmuştu. Önemli olan
damarı bulmak. "Futbola feda edeceğine bir tiyatroya git be
adam" dediğinizi duyar gibiyim. Ya da "Bir paket sigara kaç
lira? Zehiri az iç de bir kitap oku, tiyatroya git" diyenleriniz
de vardır. Hepsi de haklıdır. Konu tiyatro olunca durum farklı. Tiyatro emek ister. Tiyatroda
seyirci emek vermektedir, feda etmekten önce. İyi kötü bir seçim yapmanız
gerekir önce. Bu, ne keyif alacağınız belli olmayan ve önceden sezonluk bilet
aldığınız Fenerbahçe maçlarına benzemez. Yıllık abonmana para bağlayan bir
fanatik tiyatroya abone bileti almaz.
Tiyatro emek ister dedim ya bu sadece
seyircinin emek vermesi değildir. Tiyatrocu da emek vermelidir. "Sahneye
çıkıyor emek veriyor" diyorsanız bu yetmez. Bizim gibi bir ülkede
tiyatrocunun görevi o kadarla kalmamalıdır. Elimde yeterli bilgi yok o nedenle
Semaver Kumpanya'nın çevresi ile iletişimi nasıldır bilmiyorum. Sahnelediği
oyunları gezdiriyorum kafamda o oyunlarla Koca Mustafa Paşa ahalisi ile
iletişiyor olması pek kolay değil. Çevre Tiyatrosu'ndan Altan Erbulak geçti
mesela. O iletişebilmiştir çevreyle. Semaver Kumpanya'nın oyunlarına Serkan
Keskin için gidenlerin sayısı kaçtır? Neden? Leyla Mecnun dizisi sebeptir desem
çok mu yanılırım? Yâni iletişim de farklı olabilir ama yararına bakmak gerek.
Arkadaşım demiş ki "Semtin
%90’ının içeri bile bakmadığından eminim. Talepkar bir kitle
olmalı". Emin değilim ama diyelim ki haklıdır bu kanısında. Bir durumu
ortaya koyuyor. Çevreden talep yok ama tiyatro orada ayakta duruyor. Demek ki
"taşınan seyirci" ile duruyor. Tiyatrocunun görevi bu
noktada başlamaz mı! Talep olan yerde tiyatro yapmak ne kolay! Önemli
olan talep yaratmayı bilmektir. Beyoğlu'nda bir çarşı içindeki
sahnede(Maya) tiyatro yapan arkadaşlarımla konuşurken "Çarşıdaki esnafı
tiyatronuza davet ettiniz mi onlara davetiye verdiniz mi?" diye
sormuştum. Yüzüme anlaşılmaz bir ifade ile bakmışlardı. Tiyatro şuurdur,
iletişimdir. Repertuvarınızı yaparken düşünmeniz gereken çok şey vardır. Önce
dibinizi aydınlatmanız gerekir.
Muhsin Ertuğrul şehrin farklı yerlerinde
sahneler açarak halkın ayağına tiyatro götürmüştür ama bu girişim maalesef
şimdi yarımdır. Zira ödenekli tiyatromuz o sahneleri yerinden yönetmemektedir.
Memur oyuncuları, taşınan dekorlar gibi turneye çıkmakta, oyunlarını oynayıp
evlerine dönmekte, gittikleri bölge ile iletişim kurmamaktadırlar. Oysa
"kurum"laşmış bir topluluğun kurumlarından sıyrılmasının yolu her
sahneyi bir diğeri ile yarıştıracak şekle getirmek ve özellikle bölgeye uygun
oyunlar seçebilmektir. Bu konuda başka bir sorun çıkar önümüze.
AKM'de yanılmıyorsam Berliner Ensemble'in
oyunu Hitlerin Önlenemez Yükselişi'ni seyrettiğim zaman ülkemizde Brecht'in
nasıl ziyan ve istismar edildiğini anlamıştım. Brecht ülkemizde yıllarca sol
eğilimli tiyatro tarafından "hapsedilmişti" ve oyunları politik
hıncın bir söylemi hâlinde sunuluyordu ülkemde. Oysa Brecht'in oyunları çok
eğlencelidir. Şimdi Brecht ismi ülkemin çoğunluğuna o dönemin
solcularını hatırlatıyor bence. Brecht'i çok bilip onun yöntemini güleryüzlü
olarak kullanan ve de yerel konulardan beslenen kaç tiyatromuz, tiyatrocumuz
var? Onların halkla iletişimi nasıl?
Bu sezon da devam eden Joko'nun Doğum
Günü'nün seyirci(Yolcu Tiyatro) profili kimlerden oluşuyor acaba? Bana göre
entelektüellerden oluşuyor. Sonuç "körler sağırlar" meselesine
dönüşüyor. Çok ödüllü bu oyun, ödül çarkının da nasıl döndüğünü açıklar nitelikte.
Oyun, içeriği için seviliyor ama sahnelemenin tiyatral değeri çok
aşağıda. Kullandığı metaforların seyirciye geçtiğinden de emin değilim. O
metaforların aktarılışı da belli bir kesime hitap eder nitelikte. Hâkim kesimin
güdümündeki tiyatronun kendin pişir kendin ye örneği.
Ülkemizde tiyatro "azınlık"
sanatıdır. Kısıtlı bir seyirci ile kör topal yürümektedir. Şimdilik seyirci
onca trafiğe aldırmadan oradan oraya koşuyor tiyatroyu takip ediyor. Bu seyirci
ile tiyatro büyüyebilir mi? Büyüyemez. Tiyatroyu yerinden yönetmek ve yerinden
çevresi ile yaşayabilen kurumlar hâline getirmektir çözüm. İstanbul
periferisine yayılan tiyatronun oralarda yaşayabilmesi için belli bir tiyatro
vizyonunun olması gerekli ki ben olduğundan emin değilim. Açılan o salonların
geleceğinden de endişe ediyorum.
Benim dün akşamki serüvenim tiyatroya bir
uyarıdır. Tiyatro, hunharca büyüyen bu şehirde gelecekte bugünleri arayacaktır.
Tiyatrocuların elini kolunu bağlayan sorun onların yenmeleri gereken bir
meseledir. Ama bu bizi açmaza sürükler. Yenmen gereken şey seni paralize ediyor
çünkü.
Melih Anık
Yorumlar
Yorum Gönder