Bir Cuma (3 Temmuz 2015 - 1)

İstanbul'a döner dönmez bazı şeyleri almak için Eminönü'ne doğru yola çıktım. Özellikle belirtmek isterim ki doğru adresleri biliyorsanız İstanbul'un merkez bölgelerinden çok daha uygun fiyata daha çok çeşit bulabiliyorsunuz Eminönü- Beyazıt bölgesinde.

İlk durak Pangaltı Dormen Tiyatrosu arkasındaki erkek ve kadın mayoları satan bir dükkân. Dükkâna girer girmez bir kadın denediği bikinisini arkadaşına gösteriyor ortalık yerde. Tedbir almak bana düşüyor hemen başımı çevirip aksi istikamete bakıyorum. O kadın da deneme kabinine doğru çekiliyor.

Pangaltı'ya doğru yürürseniz yolun solunda çok özenli bir dükkân var. Hediyelik eşya satıyor. Önünden geçerken uğramadan edemem. Değişik tasarımlardan hoşlanıyorum. Uzun süredir de farklı bir tasarımı görmüştüm ama bu hoşuma gitti.Akıllı bir tasarım. Alttaki mum yandığında oluşan sıcak hava akımı üst paneli döndürüyor. Karanlıkta kendi ışığında(mum) seyrederseniz ışık yansımaları ile oluşan çok güzel bir görüntüye takılıp kalıyorsunuz.


Harbiye civarında bakmadan edemediğim bir başka dükkânda uzun süredir aradığım şeyi buldum.


Bu bir tür soyacak. hepiniz bilirsiniz. Ama bu formda bıçak kısmı tırtıklı olanını bulmak kolay değil. Domates soymak, soğanı ince ince kıymak çok kolaylaşıyor. Ben salata hazırlayıcı olarak âletimi bulmaktan memnun oldum.

Dame de Sion'un yakınlardaki bir kafede soluklanmak için durdum. Seçtiğim masanın yanındaki masada iki kadın bir erkek oturuyordu. Sonradan anladım bir kadın bir erkek karı koca idi, diğer hanımla okulda(kahvede?) karşılaşmışlar. Çift kızlarını okula kaydetttirmişler diğer kadın ise sıranın gelmesini bekliyordu. O kadar yakındık ki birbirimize ve onlar o kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki kulak misafiri olmam için her şey uygundu. Herkesin elinde okul sıralama listeleri vardı. Aynı anda internetten listelerdeki gelişmeleri takip ediyorlardı. Çiftin kızlarını orada tanıdım. Çok yetenekli bir kemancı idi. Bu sene Dame de Sion'a kaydolmuştu. Sonradan internette bu 2001 doğumlu genç kızı araştırdım, gerçekten de yaşına göre dağları devirmişti. Kendi adına hazırlanan internet sayfasındaki videoları seyrettim. Anne ve babası onunla övünüyorlardı. Bu doğal ama geleceğin neler göstereceğini kimse bilemez. Ben eşimden biliyorum. O genç kızın şahsında, bir zamanlar onun gibi keman öğrencisi olan eşimin yaşadıkları aklıma geldi. Onları misafir olduğum âlemlerine bırakarak yürümeye devam ettim.

Taksim'e Berlin Duvarı inşası devam ediyordu. Duvar değil elbet yapılan ama Taksim Meydanı'na dökülen beton miktarı ile Berlin Duvarı inşa edilebilir.



 Bu ülkede ya peyzaj mimarı yok ya da politikacılara esir olmuşlar herhalde. Zaten dünyanın en çirkin meydanı olan Taksim, şimdi daha da çirkinleşiyor. Ucube demek bile az kalır.

Hızlı adımlarla geçerken gözüme başka bir çirkinlik takıldı.


Bu Taksim Meydanı'ndaki mescit.. Gözler ve gönüller bu teneke minareli ve altında pideci olan bu çirkinliğe nasıl katlanıyor bilmiyorum. Aslına bakarsanız yetkim olsa işte o noktaya yanındaki eserlere dokunmadan dünyanın en şatafatlı camisini inşa ederdim. Öyle sanatsal yapı olurdu ki salt onu görmek için dünyanın bir ucundan gelirlerdi. Hem de çok büyük olmasına da gerek yok. Ama meydana bakan ortodoks kilisesi bir yarış yaratıyor sanırım. Fiziksel olarak ondan daha BÜYÜK olması gerekir gibi düşünülüyor. Oysa büyüklük öyle bir şey değil.. Günün geri kalan kısmında gördüklerim bunu doğrulayacaktır sanırım.

Ben Ortodoks kilisesinin de boğulmuş olduğunu düşünürdüm yıllardır. Şu pankart bana gerçeği gösterdi.


Kilisenin önünü kapatan büfeler restore ediliyormuş. Yâni yıkıp kilisenin önünün açılması diye bir düşünce yok. Ama daha da ilginç olanı bu işin mimarı.


Dükkanlar Balıklı Rum Hastanesi Vakfı'nınmış..Kimsenin kilisenin görüntüsü ile ilgisi yok gelen gelire bakıyor.. Ben neden bu kadar düşünüyorum! Alan satan razı..

Sıraselviler'e devam ederseniz başka camiler görürsünüz.



Onların durumu da Taksim Meydanı'ndaki gibi perişan..Ne kadar kullanılıyorlar o da soru işareti..










Biz unutmaya mahkûm olmuş bir toplumuz. Şu girişi hatırlayan var mı?


Ama biz kargaşayı damarlarımızda taşıyoruz, bize batmıyor. Aslına bakarsanız çok da özgür bir toplumuz. Baksanıza isteyen istediği yere istediğini asıyor...


Bunu pencerelerde görmek de mümkün


Her pencereden bir hikâye fışkırıyor. Bisikleti görünen çocuk pencereye yerleştirilmiş yastıklar arasından bisikletine bakıyor olmalı.


Evin önünden geçen bu merdivenleri inip çıkabilir mi?




O merdivenlerden bisikleti ile inip oyun arkadaşlarına kavuşabilir mi?



(devam edecek)

Melih Anık


Yorumlar

  1. Merhaba,

    Küçük çıkar peşinde koşmayanlar, büyük çıkar peşinde de koşmaz... Büyük insan, çıkar peşinde koşmaz... Büyük insan, küçük sorunlarla uğraşır... Büyük insan, büyük adamların ayak kokusunda uyuyup politik/acıları çekmez... Büyük insan, küçük sorunlarını çözemeyip büyük sorunlara takılırsa, artık büyük insanın büyük insanlığı kalmaz... Büyük insan, küçük insan olur... Attan inip eşeğe binmek iyi değildir...

    Bulunmaz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri