Filmden Tiyatro Çıkardım: “The Sessions”ın Senaryo Özellikleri


Türkçeye Aşk Seansları  ismiyle tercüme edilmiş The Sessions,  “çelik ciğerli” şair Mark O’Brien’in  ilk seks deneyimi için bir terapist ve bir rahipten yardım almasının hikâyesi. Çocukken geçirdiği ‘polio’, şairi yatağa bağlamış  ve çelik bir ciğer kullanmasına neden olmuş. 49 yaşında hayata veda eden  Mark O’Brien’ın  yatağa bağımlı sürdürdüğü hayatına ait 1997 yapımı bir belgesel de var,  Jessica Yu tarafından yönetilmiş , ''Breathing Lessons: The Life and Work of Mark O'Brien''.  Mark O’Brien’in en az yardımla hayata tutunma azmi ona, 1994 yılında bir Akademi Ödülü getirmiş.

San Sebastian ve Sundance Seyirci Ödülü, Sundance Jüri Özel Ödülü’nü alan ve  John Hawkes, Helen Hunt and William H. Macy’nin oynadığı “The Sessions” isimli film Türkiye’de ne kadar ilgi görecek bilmiyorum. Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday olan Helen Hunt Oscar alırsa belki bir kıpırdanma olabilir. Belki “Helen Hunt’ın ‘en cesur’ filmi olması” ilgi çeker.

Ben genellikle olduğu gibi filmden tiyatro çıkardım. Senaryoyu genç yazarlarımızın incelemesini öneriyorum. Üç kişi arasında kurgulanmış bir filmde bir terapist ve bir rahip dengeyi kuruyor. Bu tipik bir Amerikan kurgusu.  “Anlayışlı” rahip, toplumun hizmetinde ve “halktan biri”. Bu din adamının toplumsal rolüne bir örnek. Din adamı sorgulamıyor, anlamaya çalışıyor, bu dünyanın katlanılır olmasına yardım etmek için hazır bekliyor.  Filmde vicdanın, merhametin, affediciliğin sembolü. Terapist ise bilimi temsil ediyor. Bu lâik bir ayrım.  Terapisti “sokak kadını”ndan ayıran özellik ise onun “deneysel araştırma” yapıyor olması. Kocası ise işi, düşünmek olan bir felsefeci. Başka bir kocanın olanları “anlaması” ise mümkün değil zaten. O bile bir ara yoldan çıkıyor zaten ama eşler arasındaki ilişki “çok düzeyli”.  Bu arada toplumun tepkisi ise bir otel resepsiyonunda görevli bir adamın tepkileri ile veriliyor ki vurgulamak istediğim husus bu. Algılanması kolay olmayan ama az rastlanır olsa da var olan bir dert karşısında resepsiyonistin konuya yabancılaşmasının verilmesi önemli bir ayrıntı. Resepsiyonist, toplum tepkisinin bir sembolü.  Ama o da bir Çinli yâni topluma “Fransız”.. Yâni hem konuya hem de olaya “yabancı”.

İddiasız görünen senaryonun bu kurgusu, “bir”den "çok"luk yaratma becerisi, senaryo içi dengenin kuruluşu  ve dialog başarısı dikkat çekici.

Melih Anık  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri