Seçimlerin Ardından: Kendi Kendinizi Alkışlamaktan Yorulmadınız mı?
1 Kasım seçimleri sona erdi. Sonuçlar belli oldu. Benim
niyetim seçim sonuçlarının analizini yapmak değil. Bu yazımın amacı seçim
öncesi gözlediklerimden yola çıkarak düşüncelerimi paylaşmak ve konuyu
tiyatroya bağlamak.
Öte yandan şu da önemlidir: Yumurta kapıya gelince ‘cevvalleşen’
bir yapımız var. Her şeyi son maça bırakarak kahramanlaşma eğilimimizi ulusal
maçlardan biliyoruz zaten. Meselenin iki seçim arasını iyi değerlendirmek olduğunu
anlayamıyoruz. Son hamleyi yapıp olmadı mı küsüyoruz. Oysa hayat bir süreç. Öz
eleştirimizi doğru yaparsak doğru sonuçlar alırız. Ben tiyatro ile ilgilendiğim için bu konuda
söyleyeceklerim tiyatro ile ilgili olacaktır elbette. İki seçim arasında
tiyatro ne yapmalıdır üzerine kafa yormak gerekir.
Seçimlerden önce ‘duayen’ bir tiyatrocunun yazdığı üzerine
düşündüm. Bu ‘ağabey’ diyordu ki ‘Pazar
günü son tangoya gidicezzz. Şeytan taşlayıp, saltanatı ilga edicezzz! Sonra da
vals yapacazzz!’ Son günlerdeki gelişmeleri takip edenler ‘duayen ağabey’in
ne demek istediğini kolaylıkla anlamıştır sanırım. Daha önce bir başka ‘duayen
ağabey’ ‘kanlı bayram ilkel bayram.
insanlığın karanlık dönemini kutsayan örümcek kafanın bayramı. benden uzak
dursun’ diye bir twit yazmıştı, gelen tepkileri görünce sınırları aştığını
farkedip twitinin yarısını kesmişti. Tiyatroda yaptıklarını takdir ettiğim bu
iki ‘ağabey’in öyle düşünmeleri ile bir
sorunum yok. Ülkem herkesin düşüncesini açıkça ifade ettikleri özgür bir ülke olsun,
dileğim budur. Ancak ülkede tiyatro yapan bu iki ağabeyin düşüncelerinin
tiyatro âleminde geniş bir taban bulan bir anlayışı yansıttığını ve bunun da
tiyatromuza hâkim bir eğilim olduğunu
görmezden gelemeyiz diye düşünüyorum. Bu yazıyı yazarken bir başka yazı önüme düştü. Ülkenin mürekkep yalamış aydınlarından biri bir yıl önce bir analiz yapmış. Sorunun
kaynağını bulmuş(!) diyor ki ‘Sorun halktır. Bu halk yığınının Anadolu
müslümanlığı ile gelenekle, ahlâkla haram helal kavramıyla, merhametle,
şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli
olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş vahşi birer yaratık hâline gelmiş. Talandan
yalandan pay kapmaya çalışan ve litaratürde lümpen proletarya olarak
tanımlanmış bir kitledir bu.’ Bu
aydın(!) ‘AKP’ye oy veren kitlenin genel
karakteristiğini’ böyle çizmiş. Arabesk, gecekondular, şiddet vb tüm çirkinliklerin kaynağını bir yere
bağlamış ve ‘Mustafa Kemal aydınlığında cephe açmada’ karar kılmış. Bu tür
söylem Mustafa Kemal algısına da zarar veriyor. Mustafa kemal aydınlığı
cephenin bir tarafı olmamalıdır. Öte yandan Mustafa Kemal’in bugünden daha
cahil ve şaşırmış bir halk ile Kurtuluş Savaşı’nı kazandığını hatırdan
çıkarmamalıyız. Halka inancı veren Mustafa Kemal değil midir?
Ben hiçbir partiyi tutmuyorum, ülkem için benim hayâlimdeki
aydınlığı getirecek bir parti ve program hiç olmadı, şimdi de yok. İyileşmez
bir Mustafa Kemal hayranıyım. Ona karşı olanların bile onun yaptıkları iyi
anlatılabilse onu takdir edeceklerine inanıyorum. Ama mesele burada bence, ‘iyi
anlatabilmek’. Bunun sorumluluğu da anlatamayanlarda, halkta değil. Ülkede
yaşananlarda halkı kabahatli bulmuyorum.
Onları oy verdikleri parti nedeniyle suçlamak aklımdan geçmedi. Cehaletlerini
görüyorum ama cahil kalmalarında aydın diye geçinenlerin çok büyük sorumluluğu
olduğunu düşünüyorum. Halkın çaresiz ve yalnız bırakıldığını ve bu nedenle de
kendilerine yararlı olduğunu düşündükleri ilk dala tutundukları kanaatindeyim.
Onlar kendilerinden yanadır olsa olsa. Halkı yeren aydın doğru düzgün müdür?
Görevini yapmış mıdır?
Yukarıda söylemlerinden örnek verdiğim üç aydının da tiyatro
ile ilişkisi var. Temsil ettikleri düşünce ve anlayış çok yaygın. Tiyatro ile
uğraşanların bu sert söylemlerini doğru bulmuyorum, hatta şaşırıyorum. Onların
söylemlerine bakarak durumu yeniden değerlendiriyorum. Evet Türk Tiyatrosu
belli doğruların peşindedir. Amaç insanların ezilmemesi, kandırılmaması, insana
yakışan bir şekilde yaşamaları ve yönetilmeleridir. Tiyatro bu konuda ikna
edebiliyor mu? Toplumun değişmesine ne kadar katkı verebiliyor?
Öte yandan tiyatro sanatı toplumsal ve tarihsel koşulların
bir sonucudur. Yâni o koşullardan etkilenir. Varlığını o koşullar belirler.
Belli koşulların var ettiği tiyatro kendini var eden koşullara nasıl kafa
tutabilir? Bu çözümü zor bir denklemdir. Tiyatro muhaliftir ama iktidar da hep
güçlüdür. Tiyatro iktidarın muhalifi midir yoksa ülkedeki olumsuz koşulların
mı? Bence ikincisi. Olumsuz koşulların ortadan kaldırılması da o koşullarda
yaşayan insanların kendi durumlarının farkına varması ile mümkündür. Yâni halk
istemezse, durumu düzeltilemez. Tiyatronun muhatabı seyircidir derken ifade
edilmek istenen budur bence. Tiyatronun ihtilâl yapacağını beklemek
anlamsızdır. Tiyatro toplumun dertlerini yansıtmalıdır. Tiyatronun ayna olması,
seyredenin yüzüne ne olduğunu göstermek kadar zor durumda olanların sorunlarını
yansıtmaktan kaynaklanır aynı zamanda, dertlerin duyulmasını, bilinmesini
sağlamaktır. Tiyatro, bunu yaparken bilge olmalıdır. Tiyatro insana, içinde var olan estetik değerleri
hissettirmelidir. Estetik değerlerin tek tanımı yoktur. Her toplumun insanı,
farklı bir estetik tohum taşır içinde. Tiyatrocu bu tohumları bilmelidir, hissetmelidir, anlamalıdır.
Peki bizim tiyatromuz ne yapıyor? Birleştirmekte ne kadar
yetenekli? Sorunları ortaya koymakta ne kadar doğrudan ve bilinçli? Seyirci tiyatrodan
koparken onların peşinden ne kadar koşuyor? Halkı ne kadar biliyor?
Eleştirmenlerin bakışı yeterli mi? Dağıtılan ödüller bu konuda ne kadar bilinçli?
Genç yazarlarımız durumu ne kadar işleyebiliyor? Kurumlar(ödenekli, özel,
amatör vb) oyun seçerken bu konuda ne
kadar ufuklu? Yönetmen, oyuncu, teknik elemanlar ne kadar seçici, donanımlı?
Daha önce de yazmıştım. Kars’tan İstanbul’a kültür yönetimi bölümü’nde
okumak için gelen bir üniversite öğrencisi ile tanışmıştım. Ömründe sergiye
gitmemiş. Bana ‘Kültür kurumlarının nasıl yönetileceğini öğretecekler’ dedi. Ne
olduğunu bilmiyordu. Ben ona ‘Peki senin kültürünü biliyor mu sana kültür
öğretecek olanlar?’ diye sordum. Boynunu büktü. Düşünmemişti. Zira kendi
kültürünün değeri olduğunu bilmiyordu. Kendi kültürü para etmiyordu ki!
Türkiye’yi anlamak için uydu kanallarındaki dört yüze yakın
istasyonu zaplayın ve kısa kısa izleyin. Bakın nasıl bir Türkiye toplumu var
karşınızda?
Turne yaparak ülke öğrenilmiyor. Ben tiyatroculara ülkemize
ve halkımıza yeni bir vizyonla bakmasını
öneriyorum. Oy verdikleri partiye kızıyorsunuz diye halka kızmayın. Size gelmeyen o halkın nabzını iki seçim arasında tutmaya çalışın. Kendi kendinizi
alkışlamaktan bıkmadınız mı?
Melih Anık
Yorumlar
Yorum Gönder