Taçlı Beyaz Kartal : Polonya Cumhuriyeti
Oynadığımız bir oyun var. Gitmeye karar verdiğimiz ülke
hakkında bir nev’i çağrışım oyunu, aklımıza gelenler. Polonya için de oyunu
oynadık. Tabii ki aklımıza hemen Chopin geldi. Sırasıyla Kopernik, Madam Curie’yi hatırladık. “Viyana kuşatması”
iki ülke arasında önemli bir dönüm noktası idi. Osmanlı’da gerileme döneminin
başlangıcı sayılan “1699 Karlofça Anlaşması”. Sonra konsantrasyon kampları , Hitler.
“Solidarity” “Lech Walesa”. Gençliğimizde Sopot Şarkı Festivali’ne katılan
şarkıcılarımız vardı. 1976’da “En iyi
şarkıcı İkincilik Ödülü” alan Neco’yu hatırlıyoruz. Futbol ile ilgili Krakov ve
Katoviçe. Tiyatro denince Grotowski. Testosteron’u unutmadık hâlâ.. Tabii ki Polenezköy ve Schengen
vizesi almamız gerektiğini de. Şunu söyleyebilirim ki Polonya’yı ziyaret
ettikten sonra öğrendiklerimiz gitmeden önce bildiklerimizden çok daha fazla. Farklı
ufuklara yelken açtık. Polonya sık ziyaret etmek istediğimiz ülkelerden biri
oldu. Polonya’daki festivaller bizi peşine düşürecek sanırız.
Polonya ile ilgili bizi etkileyen bilgi ülkenin tam 123 yıl
haritadan silinmiş olduğu idi. Ülke 1795 ile 1918 tarihleri arasında Prusya,
Rusya ve Avusturya arasında paylaşılmış. Polonya’yı tanıtan kitaplarda Polonya
kültürünü, dilini ve kimliğini yabancı istilasından koruyan kurumun kilise kurumu
olduğu yazılı. Ortak dilin korunmasının da büyük bir rolü olduğuna inanıyorum. Polonya’nın
aile birliğine verdiği önem ve dini inançlara bağlılığı Türkiye ile Polonya’nın
en önemli benzerliklerinden.
Gitmeden önce en büyük yanılgımız kampların Yahudilere için
bir yer olduğu idi. Oysa anladık ki Polonyalılar da bu kampların azap
çektirilmiş esirleri idi. Polonya, Almanlar ve Ruslar arasında oynanan bir
satranç oyununun ve de II Dünya Savaşı’nın asıl alanı olmuştu. Bu bilginin
tarihi kanıtlarını gördük.
1918’de ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından ortaya konan “14. Nokta(14th Point) Bildirisi” birleşik ve özgür Polonya’nın yaratılmasının
başlangıcı sayılmakta. Wilson, pianist ve Polonya milliyetçiliğinin sözcüsü,
diplomat Ignacy Jan Paderewski’nin(1860-1941)
yakın dostu imiş ve Paderewski’den çok
etkilenmiş. Bir ülkenin bağımsızlık hikâyesinde bir pianistin adının geçmesi bizi
etkiledi. Paderewski, iyi bir konuşmacı olduğu kadar
zekâ dolu anekdotlarla hatırlanan bir kişi. Bir polo oyuncusu ile
tanıştırılırken “Siz ikiniz de kendi dünyalarınızda
lidersiniz, farklı dünyaların insanları
olsanız da” denilince ( "You are both leaders in your spheres, though
the spheres are very different.")
Paderewski cevabı zekâ dolu bir kelime oyunudur: “ O kadar da farklı değil.
Siz polo oynayan kıymetli bir ruhsunuz ben ise solo yapan nâçiz bir
Polonyalıyım” ( "Not so very different," Paderewski
replied. "You are a dear soul who plays polo, and I am a poor Pole who
plays solo.")
Savaş sonunda imzalanan “14th Points Declaration” Avrupa’nın sınırlarını çizen bir belgedir. Başkan
Wilson Polonya’nın bağımsızlık yolunu açar. Deklarasyonun XII.maddesinde
Osmanlı İmparatorluğu geçmektedir. Osmanlı ve Polonya’nın aynı dokümanda olması
nasıl bir tesadüftür?
“XII. The Turkish portion of
the present Ottoman Empire should be assured a secure sovereignty, but the other nationalities which are now under Turkish rule should be assured an
undoubted security of life and an absolutely unmolested opportunity of
autonomous development, and the Dardanelles should be permanently opened as a
free passage to the ships and commerce of all nations under international
guarantees.” (http://wwi.lib.byu.edu/index.php/President_Wilson's_Fourteen_Points)
(Bilerek tercüme etmedim. Paragraf içindeki kullanılan
tanımların olduğu gibi kalmasını tercih ettik. Zira bunlarda mesaj olduğunu
düşünüyoruz.)
Polonya bu bildiriden sonra 10 Şubat 1920’de “Polonya’nın Baltık Denizi ile Evliliği”
gerçekleşir ve Polonya Baltık Denizi’ne kavuşur.
Polonya’da Osmanlı’yı bulduğumu söylememiz çok da yanlış
olmaz. Bu kapsamda önümüze çıkan bir Osmanlı
Çadırı’nın güzelliği karşısında dilimiz tutuldu. Viyana Kuşatması’ndan
kalan pek çok nesnenin yanında Osmanlı çadırları da varmış. Polonya bu
çadırlara sahip çıkmış, onarıyormuş. Osmanlının estetik yanını gösteren bu
çadırların Türkiye’de de sergilenmesini çok isteriz. (Polonya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Sayın Miroslaw Stawski
bunun müjdesini verdi.) Öte yandan Kara Mustafa Paşa’ya ait olduğu söylenen
bilyeli kılıç da çok ilginç bir parça idi. Kılıcın üstündeki boyuna bir yiv
içinde minik bilyeler vardı. Nedeni bilinmiyormuş.
Bir katedralde Hz.İsa heykelinin çivili ayağına asılmış bir
üzengi gördük. Kara Mustafa Paşa’ya ait olduğu bilgisi verildi bize. Ayrıca
Polonya ve Osmanlı tarafında farklı söylenen bir sözü de ilk defa duyduk. Polonyalılara
göre, “Osmanlı atları Vistula’da su
içerse Polonyalılara rahat yok”, Osmanlı tarafında “Osmanlı atları Vistula’da su içerse Polonya rahat eder.” hâline dönmüş. Tarihin nasıl bir şey olduğunu
gösteriyor sanırım. Polonya ile
Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin 600 yılı içinde farklı algılar hâkim
olmuş. Ama 600 yıl süren ilişkide
bunların yaşanması da doğal. Osmanlı’nın Polonya’ya çok önem verdiğini ve destek
olduğunu biliyoruz. “Lehistan elçisi yolda” ifadesi ülkesi işgal edilen, paylaşılan Lehistan’a
Osmanlı’nın desteğini gösteriyormuş. Bu Osmanlı’daki Polonya izi ve izlenimi hakkında bilgi verir sanırım.
TC Dışişleri Bakanı yaptığı bir konuşmada bu hususu anlatmış:
“‘Lehistan Sefiri
geldi’ ne anlama geliyor, bunu bilmeyen arkadaşlarımız için açıklamak isterim.
Geçmişte Polonya işgal altında iken, Osmanlı protokolünün resmi törenlerinde
diğer Büyükelçilerin geçişi yapılırken, Polonya işgal altında olduğu için,
Polonya Büyükelçisi olmazmış ve Osmanlı yani Türk protokol memuru, o zaman
‘Lehistan Büyükelçisi’ diye anons ettiğinde, bir başka protokol memuru önceden
hazırlanmış bir şekilde “Lehistan Büyükelçisi yolda, geliyor Sultanım!” dermiş.
Bu da Polonya’nın bağımsızlığının sağlanmasının yakın olduğunun işareti olurmuş
ve Polonya bağımsızlığına verilen destek anlamda kullanılırmış. O günden
bugüne, bizim için Polonya’nın bağımsızlığı,
istikrarı, gücü Türkiye’nin gücü gibi görülür.”
Türkiye ve Polonya arasında önemli dönüm noktaları var.
Hotin Anlaşması bunlardan biri. “Hotin
Antlaşması, 9 Ekim 1621 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Lehistan-Litvanya
Birliği arasında imzalanmış. 1620-1621 Osmanlı-Lehistan Savaşı'nı sonuçlandıran
bir barış antlaşmasıdır.”
Daha sonra Viyana
Kuşatması da iki ülkede derin izler bırakmış. “Osmanlı Ordusu 1683'de Avusturya'ya karşı sefere çıktı. Ordunun yol
üstünde stratejik önemi bulunan kaleleri ele geçirmesi beklenirken, Kara
Mustafa Paşa doğrudan Viyana'yı kuşatmaya karar verdi. Kuşatma iki ay sürdü.
Sadrazamın Yeniçerilerin kenti talan etmelerini önlemek için kentin
kendiliğinden teslim olmasını beklediği, ve o yüzden taarruza geçmediği
bilinmektedir. Ayrıca Kırım hanı Murat Giray, Tuna nehrinin kuzeyinden gelen
yardımı önlemekte etkisiz kaldı. Sonunda Lehistan kralı III. Jan Sobieski,
25.000 askerlik bir orduyla Viyana'nın yardımına yetişti. İki ateş arasında
kalan Osmanlı birlikleri ağır bir yenilgi alarak Belgrad'a geri çekilmek
zorunda kaldı. Osmanlıların II. Viyana Kuşatması'nda başarısızlığa uğramasından
cesaret alan bir grup Avrupa ülkesinin Kutsal İttifak adı altında birleşip
Osmanlılara karşı giriştikleri (Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları, (1683-1699))
ve bu ülkelerin Macaristan ile Dalmaçya'da hâkimiyet kurup, Balkanlar'daki
Osmanlı hâkimiyetine büyük darbe vurmaları ile sonuçlanmış bir takım savaşlar
dizisini tarih kaydetmiştir. Osmanlı
tarihinde felaket seneleri olarak da geçer. Yabancı kaynaklarda ise genelde
Büyük Türk Savaşları olarak bahsedilir. 1699’da Karlofça Anlaşması ile sona
erer ve Osmanlı’nın gerilemesinin başlangıcı olur “
1855 yılında Adam Mickiewicz, Polonya’nın
bağımsızlığı için Ruslara karşı Kırım Savaşı’nda yer alma ve bu amaçla Polonya
ordusunun Rusya’ya karşı Osmanlı kumandası altında savaşmasını organize etmek
için İstanbul’a gelir. Maalesef çok kısa bir süre içinde İstanbul’da ölür. Adam
Mickiewicz’in bizim kalbimizde özel bir yeri vardır. Türkiye’nin filozof
yazarlarından Cemil Meriç’in “Polonya’nın
en büyük şairi” dediği Adam Mickiewicz adının Polonya ile ilgili kültür ve sanat olaylarında
daima özel bir yeri vardır.
2000 yılında bu büyük şairin adına kurulan “Adam Mickiewicz Institute” kâr amacı gütmeyen bir devlet kuruluşudur. Amacı
Polonya kültürünü yurt dışında duyurmak, uluslararası etkinlikler ve
girişimlerle desteklemektir. Bu kapsamda Türk sanatçılar Polonyalı
meslektaşları ile ortak çalışma imkânı
bulmaktadır. “Adam Mickiewicz Institute” , Türkiye
Polonya Diplomatik ilişkileri’nin 600.Yılı münasebetiyle tüm yıla yayılan
etkinlikler organize etmektedir. 2014 yılının bu anlamda çok özel bir yıl
olacağını ülkeler arasındaki dostluğu ve kardeşliği pekiştireceğini söylemek
istiyoruz.
Şunu bilmemiz gerekiyor ki Osmanlı, Polonyalılara her zaman
kapısını açmıştır. İstanbul’daki Polonezköy’ü örneklemek yeter sanırım. Ama
bahsetmem gereken bir gerçek daha var ki Polonya’ya gitmeden önce tesadüfen önümüze
çıkan bir kitaptan (“Alfred(Ahmed) Rüstem Bey”) öğrendik. Kitapta verilen listede Osmanlı ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin çeşitli yönetim kademelerinde hizmet etmiş Polonyalı
mültecileri de tanıma şansını bulduk. Nâzım Hikmet’in dedesinin de Polonyalı
bir mülteci olduğunu öğrendik.
Esas ismi Alfred Bielinski olan ve kitapta “Osmanlı’da ‘onurlu’ bir diplomat ve Milli
Mücadelenin ‘önemli’ siması”
olarak tanıtılan “Alfred(Ahmed)
Rüstem Bey” Türkiye’ye göç etmiş bir Polonyalı. Ahmed Rüstem Bey, Milli
Mücadele sırasında fotoğraflarda Atatürk’ün hemen yanındadır. Ahmed Rüstem Bey
1918’de Osmanlı Devleti tarafından Washington’a büyükelçi olarak atanır ve
Osmanlıyı temsil ederken ateşli savunmaları nedeniyle ABD tarafından istenmeyen adam ilân edilir.
Kitapta Ahmed Rüstem Bey’in Atatürk’ü düelloya davet etmesi ve Atatürk’ün olayı
espriyle alması gibi gülümseten bir anekdot da anlatılıyor. Ahmed Rüstem Bey,
Ermeni meselesi ile ilgili Osmanlı lehine kitap yazmış bir kişidir.
Diğer bir Polonyalı da Mehmed Sadık Paşa (MİCHAL
CZAJKOWSKİ)’dır. “1848-1849 ihtilal hareketleri sırasında Osmanlı Devleti’ne sığınan Leh
ve Macar Mültecileri Osmanlı Devleti’nde önemli değişim ve yeniliklere imza
atmışlardır. Osmanlı Ordusu bu değişim ve yeniliklerden en fazla etkilenen kurum
olmuştur. Çünkü Osmanlı Devleti’ne sığınan mültecilerin büyük bir bölümü Avrupa
askerî sistemini iyi bilen uzman askerlerdi. Michal Czajkowski de bunların en
önemlilerinden biriydi. İslamiyet’i kabul eden Michal Czajkowski, Mehmed Sadık
adını almıştır. Mülteciler meselesi çözüme kavuşunca Osmanlı ordusunda istihdam
edilmiştir. Mehmed Sadık Paşa ordunun çeşitli birimlerinde görev almış ve
generalliğe kadar yükselmiştir.”
Polonya seyahatimiz sırasında yapılaşmaya bakarak hem hayran
olduk hem şaşırdık, üzüldük. Gezdiğimiz şehirlerin “eski şehirleri” birbirine
çok benziyordu. Bir meydan ya da uzun bir cadde çevresine dizilmiş maket gibi
evler gördük. Meydanı ve de evlerin çatı
katlarına kadar heykeller farklı yüksekliklerden
sanki o meydanları, cadde ve sokakları gözlüyor; meydan ve sokak seviyesindeki
heykeller ile selamlaşıyordu. Kuşlar bir heykelden diğerine mesaj taşıyor, havuzlarda susuzluklarını gidiyordu. Her şehirde artık müze, kütüphane olmuş eski
binalardan, sosyal konutlara ya da görkemli gökdelenlere çarpıyorsunuz. Sokağın
bir yani 17-18.yüzyıl, hemen karşısı 20. Yüzyıldı. Stalin’in hediye ettiği
Kültür ve Bilim Sarayı da var Walesa dönemine ait sosyal konut ya da Kral dönemine ait kale, şato, saray da.. Polonyada
küçük Versay denilen saray da var, Avrupanın ilk betonarme binası olmakla
gururlu bina “Centennial Hall” da. Polonya’nın sokakları,
caddeleri yapıların cinsine bakarak
kolaylıkla anlayacağınız sosyal hayatın dönüşümü hakkında bilgi veriyor ve
ülkenin tarihini anlatıyor. Bu anlamda Varşova’nın simgesi haline gelmiş bir
elinde kılıcı diğerinde kalkanı ile Deniz Kızı’nın bulunduğu meydandan gökdelenlerin “ezdiği” sosyal konutların
kaderini gösteren fotoğraflar çektiren görüntüler sizi kapitalizmin
saldırganlığı ile tanıştırıyor. Varşova
ve İstanbul’un ortak yanlarından biri de her ülkenin TOKİ’sinin faaliyet içinde
olmasıdır.
Polonya seyahatimiz süresince karşımız çıkan pek çok isim
ile önümüzde bambaşka bir ufuk açtı:
Polonya Dünya Mirası’na kaydedilmiş pek çok değere sahip: Krakow Tarihi merkez. Wieşiczka Tuz Madeni, Auschwitz Konsantrasyon Kampı, Bialowieza Milli Parkı, Warsaw Tarihi Merkez,
Tarihi şehir Zamosc, Ortaçağ şehri
Torun, Malbork Kalesi, Kalwaria Zebrzydowska; Jawor and Swidnica
Kiliseleri, Polonya’nın ahşap Kiliseleri, Muzakowski Parkı; Wroclaw’daki “Centennial Hall”.
Chopin’i biliyorduk. Geçen sene Bregenz Festivali’nde André
Tchaikowsky ile tanışmıştık. Polonya’dan
ayrılırken ünlü Polonyalı besteciler
S.Moniuszko, H.Wieniawski, W.Lutoslawski, A. Panufnik, K.Penderecki’nin cd’lerini satın aldık.
Maria Sklodowska –Curie, Henryk Sienkiewicz, Wladyslaw
Reymont, Czeslaw Milosz, Lech Walesa, Wislawa Szymborska’nın Nobel Ödülü
kazanan Polonyalılar olduğunu aklımıza yazdık.
Nigel Kennedy’nin “West Meets East” albümünü farklı
duygularla dinledik. Zira Polonya ve Türkiye “Batı’nın Doğusu Doğu’nun Batısı” sayılıyordu. Fahrenheit ve Alzaymer isimlerinin Polonya ile ilişkilerini
öğrendik.
Bir kez daha Polonez,
mazurka’nın yanına “oberek,
Kujawiak, krakowiak” isimli dansları gözlerimize kaydettik..
Turistik bir seyahat olması nedeniyle ve de mevsim açısından Polonya seyahati
sırasında bir tiyatro oyunu seyretme şansı yakalayamadık. Aklımızda kaldı. Bu amaçla ne yaparız diye düşünürken
“Adam Mickiewicz Institute” ten Wroclaw
Dialog Festivali için davet alınca hemen kabul ettik hatta bu amaçla kendi
programımızı da zorlayarak Wroclaw Dialog Festivali programında yer alan 16 gösteriyi
görmek üzere kalış süremizi uzattık. İyi
de etmişiz. Wroclaw, şehrin değişik yerlerinde gülümseten sürprizler olarak karşımıza çıkan cüce heykellerinin
şehri. İlk seyahatimizde Rynek
meydanında programın el verdiğince uzun süre kalmıştık. O seyahatten pek çok
fotoğrafla geri dönmüştük. Fotoğraflara bakarken Polonya’ya bir daha ne zaman
nasıl gideriz diye düşünürken davet bizi çok memnun etti.
Kahve Polonya’ya Türkler vasıtasıyla girmiş. Wroclaw’da Türk
kahvesi içtik. Bizim dilimizde “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”
diye bir halk deyişi vardır. Kahvenin köpüğünü tutturmak da bir hünerdir. Tam
köpüklü bir Türk kahvesi ve Polonya’nın
Makowiec’inin gelecek 600 yılda damaklarda
unutulmayacak bir şekilde yer etmesini ;
2014’de 600.yılı kutlanacak Türkiye ve Polonya Cumhuriyet’leri
arasındaki dostluğun sonsuza kadar sürmesini diliyoruz.
Fügen ve Melih Anık
İlgi:
İlgi:
“ Ahmed Rüstem Bey” - Şenol Kantarcı- Doğan Kitap
Mehmed Sadık Paşa
(Michal Czajkowski) ve Osmanlı Devleti’nde
Kazak Süvari Alayı- Musa Gümüş-“Turkish Studies- International
Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-
Volume 5/3 Summer 2010”
Yorumlar
Yorum Gönder