Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri


Ülkemizde mesele yerine sorun demek daha yaygın. Sorun ile meselenin aynı olduğu düşünülüyor sanırım. Mesele konu, sorun problem. Meselenin illa ki sorun olması gerekmiyor. Mesele sorularak karşılığı istenen şey. Mesele’nin kökü sual. Suali soru yapınca mesele de sorun olmuş. Bu yazı Türk Tiyatrosu’nu ilgilendiren konularla ilgili ‘sual’leri soracak. Okuyana yeni sualler  sordurursa mutlu olurum.


Karantina günlerinde internet üstünden pek çok siteye ulaşabilme şansımız oldu. Gördük ki büyük bir arşivi var dünyanın. Bu arşive topal olarak bizim arşivimiz de eklendi. Arşivlere abonmanlık esası ile ulaşanlar vardı önceden. Belki de dünyanın ücra köşelerindeki sanat meraklıları gidemedikleri sanat gösterilerini evlerine getiriyorlardı. Ama müziğe tiyatroya genel olarak sanat gösterilerine değer verenler olaya yerinde katılmayı tercih ediyorlardır. Zira ekrandan canlı müzik yayını yerinde dinlemekten daha iyi değildi. Seyircinin nefesi ile yapılan tiyatronun ekran başında keyfi yoktu. Ekran yayınları açlığı doyurmuyor mide kazınmasını geçiştiriyordu açlığı bastırıyordu.  Zira tiyatro, müzik, opera, bale gösterilerine katılmak bir ritüel. Bu ritüel toplumlar robotlaşıncaya kadar devam edecek. Benim bu öngörüm koronadan sonra ne olacak sualine benim bulduğum cevaptır.  

Tabii ki kapalı salonlara geri dönmemiz zaman alacak. O salonların oturma düzenleri, havalandırma sistemleri ile ilgili yeni taleplerimiz beklentilerimiz olacak.  Ama bence daha büyük yenilik sanat büyük şehirlerden kasabalara, açık havalara, doğal ortamlara taşınacak. Bir bakıma özüne dönecek. Arenalar, köy meydanları gündeme gelecek. Bence daha da iyi olacak. Zira sanat halk ile elele, göz göze ve birlikte yapılırsa daha etkin olur, değiştirir. Ayrıca ele aldığı konuların daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.

Türk Tiyatrosu’nu düşündüğümde esas meselenin kurumsallaşma olduğu benim için net. Bir takım kuruluşlar var ama kurumsallaşma yok. 100 yılı aşmış İBB Şehir Tiyatroları’nın kurum olduğunu kim söyleyebilir! Olsa olsa kurumlaşmış bir kuruluştur.  Kurumsallaşma kurallar, geleneklere bağlılık  ile oluşur. Üstüste biriktirilerek kuleler inşa edilir. Bizde kurumsallaşmanın zaman alacağı da açık. Bizde yap- yık- yap ile zaman geçiyor. Bir türlü gelişigüzel hareketler. Bir deney yapılmış. Bir şişenin içine arılar ve sinekler konmuş.   Şişenin dibi ışık alıyormuş. Sineklere göre daha akıllı olan arılar çıkış ışıktadır diyerek şişenin dibinde birikmişler. Aptal sinekler de şişenin içinde gelişigüzel uçuşlar yaparak şişenin açık ağzından dışarı çıkmış esaretten kurtulmuş. Ben tiyatromuzdaki hareketleri şişenin içindeki sineklerin hareketine benzetiyorum. Fırsatçı sinekler kazanıyor. Entel  arılar ise şişenin dibinde  kamaşmış gözleriyler ışığa bakıyorlar.

Tiyatro âlemimizde girişim, birlik, platform, dernek, sendika  falan gibi beraberlikler  yaşanıyor. Birlik yasal birlik değil. Sendika gerçek sendika değil. Şimdi kooperatif çıktı derken koopertifçiler Kültür ve Turizm Bakanlığı ile görüşerek ‘Kültür Girişimcisi’ olmayı kabul etti. Otel, pansiyon gibi turizm yatırımlarına yönelik olarak hazırlanmış bir mevzuatın tiyatrolara nasıl bir çıkış getireceği bence muamma. Ama ‘girişimcilerin’ devlet denetimini kabul edecekleri kesin. Zaten labirentin  dibinde olan tiyatro dünyamızın aklına hemen ‘stopaj, sgk prim vb’ ödemeleri falan gelir. Bu konularda erteleme ile kazanılan zaman pansumandır sadece. Sorunları çözmez. Bu arada ilişkileri iyi olanlar daha çok kazanır.  Türk Tiyatrosu’ndaki esas meseleler kapı arkalarında konuşulsa bile açıkta konuşulmaz.

Türk Tiyatrosu’nun ana meselesi meselenin çözümünü devletten beklemektir. Elbette devlet yardımcı olmalıdır sanatı desteklemelidir. Ancak devletler kimlerle karşı karşıya olduğuna bakarak konulara kıymet ve değer verir. O nedenle devletin karşısında güçlü olmak gerekir. Tiyatronun gücü tiyatro yapıcıları ve tiyatroseverlerdir. Tiyatro yapıcıları kaç kişidir? Ağızda çoktur ama kağıt üzerinde azdır. Bin kişi bile değildir. Bu bin kişi devletin yasalarına göre resmi vergilendirilen kişi sayısıdır. Tiyatro camiası devletin kayıtlarında ‘kaçak’tır. Kaçak olmanın gerekçeleri vardır ama meseleye cevap olamaz, olmamalıdır.

Türk Tiyatrosu Bakanlık yardımı alır. Hatta bu yardım için müracaat edenler  birbirinin kuyusunu kazar. Kaç para? 250 topluluğa 6 milyon TL. Ortalama 24 bin TL. Kimse de memnun değildir. Bu reklam parası bile değildir. Müracaat ve  iş bitirme evraklarını hazırlamak da ayrı bir külfettir. Bakanlığa hoş görünecek oyunlar gönderilir. Belki de gönderilen tekstler yeniden düzenlenmiştir kim bilir.  Farklı topluluk isimleri ile aynı kişilerin birden fazla yardım aldıkları, yandaşların korunduğu dedikodusu yapılır. Kurulda olanlar kendi tiyatrolarını korumuştur. Kimisi reddedileceğini bilir müracaat etmez. Kimisi sadece kendi aldığına bakar başkasına yapılan hakısızlığa aldırmaz. Herkes kendini kurtarır yâni. Bir araya gelinir atılır tutulur ama kervan aynı şekilde devam eder. O bir araya gelmeler şovdur nihayetinde. Biz bunu Barolar Birliği ile yapılan toplantılarda da gördük. Kürsü şovu yapıldı. Sonuç? SIFIR. Yaşananlara bakınca tiyatro yapıcıların bir şey yapmak istediklerine inanmaz insan. Yaşananlar da bunu doğrular niteliktedir.

O halde çıkış noktası ne olmalıdır?

Bence Türk Tiyatrosu kendi finans modelini oluşturmalıdır. Bunu yaparken seyircileri yardıma çağırmalıdır. Türk Tiyatrosu’nun bir BİRLİK’i olmalıdır. Bu BİRLİK yasal bir yapıdır. Üç beş kişinin bir araya gelmesiyle adına birlik denilen kuruluşlardan değildir. TİYATROSEVENLER BİRLİĞİ meselâ. Bu birlik tiyatro yapıcılarından  ve seyircilerden oluşmalıdır. Şimdi hayâl kurmaya başlıyorum. Türkiye’de 7 milyon tiyatro bileti satılıyormuş. Seyirci sayısı en çok bir milyon olabilir. Bir milyon kişiden 100’er TL toplansın. Seyirciye Birlik içindeki tiyatrolarda yılda iki oyunu öncelikli ve ücretsiz seyretme hakkı verilsin. (Bakın bu hangi tiyatroların, oyunların seçildiğine göre ödül mekanzimasını da gerçekçi tabana oturtur. Gerçek seyirci ödülleri belirlenir.)  100 milyonluk bir fon çıkar ortaya. Toplanan paranın birikeceği banka da önemli bir bağış ile katılmalıdır. Birlik kurucuları saygın kişilerden oluşmalı ve toplamda on milyon TL’lik garanti vermeli. Bu fonun başına saygın bir finans yöneticisi getirip para işletilmeli.  Yıllık getiri Bakanlığın yılda verdiği altı milyondan fazla olur. Fazladan tiyatro yatırımı da yapılır. Birliğe katılan tiyatro yapıcılar uzun vadede fondan yararlandıkça fona geri ödeme yaparlar. Fondan ihtiyaca göre kredi kullanırlar.  Bağışçı sayısına göre de Birliğin gücü belirlenir. Elbette bir milyon kişi bir arada gelmez. Ama Birlik tiyatro için yasal düzenlemeleri hazırlar. Devletin ilgili kademelerinde süreci takip eder. İşin sahibi olur yâni. Tiyatroda sahibi olmayan ve yapılması gereken onlarca iş var.Ben bunları bir yazımda yazdım. Bu konular içinde tiyatronun arşivinin oluşturulması var. Karantina günlerinde ülkemizdeki gördük ki oyun kayıtları çok kötü. Ticari değeri yok. Bakmayın şimdi zorunluktan izliyoruz. Kimse ileride merak edip para ödeyerek seyretmez. O nedenle TÜM oyunların düzgün olarak kaydedilmesi gerekli. Telif hakları sorun olabilir. Ama dünyaya da bakarsanız telif süresini doldurmuş  eserler  kayıt altına alınıyor. Telif zamanı geçmemiş olanların gününe kadar sağlam bir kuruluşta emniyete alınması gerekli. Bu da Birlik çatısı altında yapılabilir. Bu tiyatro yapıcılar için gelir kaynağı olur. Bizdeki telif yasası da eksik ne yazık ki. Yasanın düzenlenmesi gerekiyor.

Bugün için üniversitelerimizin dünya ile bağlantılı arşivleri öğrencilerin ulaşımına açık. Ne kadar yararlanılıyor bilmiyorum. Bütün dünyada arşivler  böyle. İnsanın başını döndürüyor. Bizimkilerin iyi İngilizce bilmeleri gerekiyor. Biliyorlar mı? O külliyatın değerini anlayacak bir birikim ve alt yapıları var mı? Onlardan geçtim hocaların var mı? Merak istek arzu var mı? Yoksa kısa yoldan bir diziye mi kapak atmak istiyorlar? Orijinal tezlerin oranı ne? Türk Tiyatrosu’nun temellerine ilişkin yapılan çalışmalardan kaçı yeni bir ufuk koyuyor ortaya? Yoksa derleme mi çoğu? Bizim akademik çalışmalarımızın dünyada alıntılanma sayısı nedir? Tiyatro eğitiminin elden geçirilmesi gerekiyor. Bu yeniden yapılandırmada  Türk Tiyatrosunun kaynakları iyi öğretilmelidir.

Bir başka husus Türk Tiyatrosu’nun dünya tiyatrosuna eklemlenmesidir. Dünyadaki belli kuruluşlarla proje ya da dönem bazlı iş birlikleri kurulmalıdır. Her yıl katılımı herkese açık ve ücretli iki üç günlük TİYATRO ZİRVESİ yapılmalıdır.  Bu zirvede devletin yetkilileri, ülkeden ve dünyadan tiyatro yapıcılar bir araya getirilir.  Dünyanın tiyatro işletme modelleri, geleceğine ilişkin programlar, eğitimler, sanatsal modelleri konuşulur, ufuklar açılır.  Tebliğler verilir.  Uluslararası ilişkiler canlandırılır.

Önemli bir mesele de Türk Tiyatrosu’nun eskileri ile yenileri arasında ilişki iyi değildir. Yeniler eskileri eskiler yenileri beğenmiyor. Oysa ki aynı gemideler. Çıkarları aynı. Aslında sorun meslek standart ve etiğinin yerleşmemiş olmasından kaynaklı. Bir anda herkes tiyatro yapıcı ‘sayılı’yor. Her meslek kendi çınarlarını çıkarır. O çınarlar toplumda saygı görür ve devlet ve toplum ile ilişkilerde güven aşılarlar. Türk Tiyatrosu’nda Muhsin Ertuğrul gibi tiyatro camiasının üstünde fikir birliği olduğu kaç tiyatro yapıcı var? Aslında sorunun doğrusu HİÇ VAR MI? Aslında genç nesil Metin And, Haldun Taner, Yıldız Kenter hatta Muhsin Ertuğrul isimlerini de küçültmeye çalışıyor. BÜYÜK SORUN BU!  Ama ya hayattakiler? Onlara da görev düşüyor. Gençlere öğretmeli.

Bir gün aramızdan ayrılacak olan çınarlar kendi vakıflarını kurmalı. Böylelikle uzun vadede Türk Tiyatrosu yeni zenginliklere kavuşur. Çınarların isimleri yaşar. Gülriz Sururi Engin Cezzar İKSV’yi seçti. Kendi binasını bile satışa çıkarmaktan son anda vazgeçen, arkasındaki Eczacıbaşı’nın desteği ile ayakta duran İKSV bu görevi sonsuza kadar sürdürebilir mi emin değilim.  

Bugün çınarlara ait anılara, koleksiyonlara kim sahip çıkacak? Ben  yaklaşık 40 yıllık arşivimi verecek yer bulamıyorum. Biliyorum ki çok değerli arşivler var ülkemizde.   Bu konuda kuruluşları  yönetenlerde bilinç düzeyi eskik. Çok önemli arşivlerin talan edildiği hakkında yapılan tartışmalarını biliyorum.  Yer altında kalan yatırımlar siyasetçiler için çok da önemli sayılmaz. Onlar görünene bakar. Tiyatro yapıcılar da sahneye önem veriyor. Doluluk oranı diyor. Ama tiyatronun temellerinin güçlendirilmesini kimler yapacak? Herkes kendi gününü kurtarıyor.

Ödenekli tiyatrolar mevcut halleri ile değil ama yeni bir yapılandırma ile ülkemiz tiyatrosunda olmak zorunda. O kurumları yönetecek olanların ise kendilerini değil tiyatroyu düşünenler arasından  sunuş yaptırılarak  seçilmesi gerekli. Ama önce onu değerlendirebilecek ufuk ve anlayıştaki yönetimleri bulmak lâzım. O kurumları özerk bir yapıya kavuşturacak mevzuatın yasallaşması lâzım.

Digitalleşmenin alıp yürüdüğü bu çağda gelecekte yeni Shakespere, Çehov, İbsen vb yorumları yapılacak seyredilecek. Digital kütüphaneler kimi zaman nostaljik kimi zaman eğitici kaynaklar yaratıcıları için gelir kaynağı, ücra köşelerde kalanlar için soluk aldıracak imkânlar olacak ama nefesin nefese karıştığı tiyatro mekânları  boş kalmayacak.  

Melih Anık

Ek 1- Digital dünya geçmiş kayıtları önünüze koyar ama tiyatroda yeni yorumlarıyla Shakespeare, İbsen, Çehov canlı kanlı seyirci ile birlikte yaratılır. Onlar da kayıt olur digital ortama düşer ama yeniden yeniden...bu çark döner.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si