Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler


Atatürk'ün bir oyun seyretmek üzere geleceğini(1927'den sonra bir tarih) haber alan Muhsin Ertuğrul'un Atatürk'ün gecikmesini(dört dakika) dikkate almayarak  oyunu tam saatinde başlattığı, Atatürk'ün 'Ya öyle mi Muhsin Ertuğrul ile  görüşürüz' dediği, salon dışında birinci perdenin bitmesini  beklediği, ikinci perdeyi seyrettiği, oyun sonunda da Muhsin Ertuğrul'u bu davranışından dolayı tebrik ettiği Neyyire Neyir'den dinlenmiş bir anı olarak anlatılır. Verilmek istenen mesaj çok açıktır. Atatürk bile olsan perde seni beklemez. Tiyatro zamanında başlar ve ciddi bir iştir. Atatürk, kurduğu Cumhuriyet'in emekleme dönemlerinde önemli kurumlardan biri olarak sanatı desteklediğini büyük bir tevazu ile göstermektedir. Zira onun için önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğidir. Ama gözden kaçan bir hususu da not edelim. O gece Muhsin Ertuğrul ikinci perdeyi oynayacaklarını sanan oyunculara 'baştan alıyoruz' demiştir.





Sonraki yıllarda(1930) Şehir Tiyatroları'nın Ankara turnesinde bakan Şükrü Kaya'nın Atatürk'ün gecikebileceği uyarısına karşı Muhsin Ertuğrul'un 'Perde zamanında açılır' dediği ve perdeyi zamanında açtığı ama bir yandan da Atatürk'ün locasına endişe ile baktığı, Atatürk'ü locada görünce rahatladığı bizzat Muhsin Ertuğrul tarafından anlatılmıştır. Anlaşılan Muhsin Ertuğrul  perdeyi zamanında açmak ile açmamak arasında bir gerginlik yaşamıştır.  Atatürk oyundan sonra Muhsin Ertuğrul'a 'Nasıl zamanında geldim değil mi?' dediğinde eminim ki Muhsin Ertuğrul ferahlamıştır. Atatürk'ün sözleri  geçmişte yaşanan olaya bir göndermedir ve çok bilinçli bir vurgudur. Atatürk bu sözleri ile Muhsin Ertuğrul'un şahsında sanata ve sanatçıya verdiği değeri gösterirken topluma da örnek olmakta ve fikrî takip yapmaktadır.  

Atatürk'ün Türk Tiyatrosu'nun gelişmesi için yaptığı jestler sonraki yıllarda da devam eder. Akın piyesi nedeniyle Atatürk ve Muhsin Ertuğrul arasında geçen elektrikli gece(1931) sonunda Atatürk'ün Muhsin Ertuğrul'un yaptıkları karşısında arkasından  '(Bu millet onun) Maskaralığını sever' dediği; Akın piyesini seyrettikten sonra daha önce  'Sen bu eserde muvaffak olamayacaksın' dediği(bu da bence bir taktiktir.) Muhsin Ertuğrul'u heyecan içinde tebrik ederek(19 Şubat 1932) 'Sen bizim en değerli sanatkârımızsın' dediği de Cemal Granda(Atatürk'ün hizmetkârı) tarafından anlatılmıştır. Unutulmasın ki Muhsin Ertuğrul Atatürk'ten açtığı yolda ve ondan aldığı güç ile Akın piyesi ile ilgili olarak Atatürk ile tartışmış ve Atatürk'ün sinirlenmiş olmasına rağmen gösterdiği  toleransın keyfini  yaşamıştır. Atatürk'ün 'Efendiler  hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız' dediği tarih 1930'tur. 1931'de Tiyatro Meslek Okulu açılmıştır. Atatürk tutarlı ve bilinçli olarak toplumun aydınlanmasında sanatın rolüne inanma şiarına bağlı ve tutarlı kalmıştır.  Yâni gelişen Türkiye'de tiyatro altın çağını yaşamakta ve âdeta çölde vaha olarak yeşermektedir. Atatürk'ün Cumhuriyet'i böyledir.


Olayları yaşandıkları dönemin ruhu içinde okumak gerekir. Muhsin Ertuğrul'un perdeyi zamanında açabilmesi Atatürk'e duyduğu güvenden ve Atatürk'ün tesis ettiği ortamdan ileri gelmektedir ve sanata ve sanatçıya değer verdiğini kerelerce görmüş bir kişi olarak Atatürk'ün anlayışla karşılayacağını düşündüğü hatta destekleyeceği  bir şeyi yapma cesaretini kendinde bulmasından kaynaklanmaktadır.  Atatürk'ün kurduğu ve oturtmaya çalıştığı Cumhuriyet felsefesinin  Muhsin Ertuğrul'un davranışlarında yansıyan görüntüsü,  yeni devlet anlayışının kişilerin zihninde nasıl korkusuzca şekillendiğini de gösterir. Atatürk'ün sessizce ikinci perdeyi beklemesi de ülkesinin çağdaşlamasını hedeflemiş bir liderin bilinçli tercihidir ve o da ülkesinde sanat ve sanatçıya gösterilmesi gereken değeri örneklemiştir. Karşılıklı davranışlar aslında adı konmamış bir toplumsal ruhu ve sözleşmeyi  ortaya koyması açısından çok anlamlı ve önemlidir. Bir lider ve bir sanatçı toplumun gözü önünde birlikte âdeta ders niteliğinde bir örneği sözsüz bir mutabakatla hayata geçirmektedir. Bu örnekler pek çoktur.

Dönemsel olarak çok değerli ve anlamlı olan olaylardan yola çıkarak bugün aynı şeylerin  gerçekleşmesini beklemek bir hayâl bile sayılamaz. Tüm kapıların sanata ve sanatçı için açıldığı bir dönemden sanata ve sanatçıya aralık bile olmayan kapıların önünde 'kahramanlıklar' yapılmasını beklemek  iyi niyetle baksak dahi bir düştür. Ayrıca Atatürk ve Muhsin Ertuğrul gibi iki tarihi kişiliğin arasında geçen olaylardan yola çıkarak benzetmeler yapmak, olayın zeminini algılayamadan 'otağ keyfi içinde üfürmek'  tam bugüne has bir cehalettir.   Daha da fenası geçmişteki örneklerden yola çıkarak bugüne gereksiz ve yararsız  bir yansıması olacak olayların akılcılıktan uzak bir tutumla  kışkırtılması bence zihin tutulmasıdır. Ayrıca da bugünü anlamamaktan kaynaklanan bir aymazlık ve cehalettir, zihnin 'takılı' kalmasıdır. Bu anlayış cepheleşmeyi arttırmaktadır. Atatürkçülüğü tekeline almış, elinde terazisi/cetveli ile kendi koyduğu ölçütler ile  ölçüm yapma şaşkınlığı içindeki  grup ve topluluklar yüzünden Atatürk düşüncesi ve idealleri toplumun yoldaşı olamamaktadır. Bence Atatürk'ü kullanan bu grup ve toplulukların, dinciliği ticaret hâline getirmiş olanlardan farkı yoktur. Tiyatro özelinde bakılırsa tiyatro siyasal bir anlayışın emrinde olamaz, olmamalıdır. Geçmiş özel örnekleri siyasallaştırmamalıdır. Bu tiyatronun(sanatın) siyasal olmadığı anlamına gelmez. Ama insanları birleştirmesi gereken tiyatro, 'çü, cü'lü bir takım dernek ve toplulukların peşine takılamaz, onlar istedi diye eylem yapmaz.  Bugünün esas meselesi perdenin zamanında açılması değil açılabilmesidir; tiyatro yolu ile ayrışmış toplumsal kesimleri birleştirmek için çalışmaktır. Tiyatro, muhalefetini zekice yapabilecek akla ve yaratıcılığa sahip olanların yapabileceği bir iştir. Geçmişi ve doğruları bilir ama biçimi aynen kopyalamaz yeni anlatım ve şekilsel biçimler bulur.  Çandarlı'da yaptığımız tiyatro, tiyatronun hizmetine açtığımız sahne  'Yarın kıyamet kopacağını bilsem bugün bir tiyatro daha açarım' diyen ve tiyatroyu seyircinin ayağına götürmeyi hedef edinmiş olan  Muhsin Ertuğrul'un felsefesinin izindedir. Kısıtlı imkânlarla tiyatro ateşini yakmak ve sürdürmek de Atatürk düşüncesinin eyleme dönüşmüş hâlidir. Tiyatro tohumlarının atıldığı bir ortamda olayları saçma noktalara çekmek ise geçmişte sonuç alınamamış mitinglerin bir devamıdır. Mao devrimi tamamladıktan donra 'Şimdi sıra entelektüelleri rehabilite etmeye geldi' derken bizim 'entel'leri görmüş gibidir. Zihinleri takılı kalmış  'cü ve çü'leri rehabilite ederek yola  devam etmek  gerekiyor sanırım.  

Melih Anık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri