Grzegorz Jarzyna ile Polonya Tiyatrosu Söyleşisi (İKSV)
11 Mayıs 2014 tarihinde İKSV Salon’da yönettiği iki oyun (“Ne Yaptıysak Nafile…” ve “Nosferatu”)19.İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında seyirci ile buluşan Grzegorz Jarzyna
ile bir söyleşi yapıldı. Keşke katılım daha çok olsaydı.
Moderatörlüğünü İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği
ve Dramaturji Bölümü Başkanı Doç.Dr.Kerem Karaboğa’nın yaptığı söyleşide “Türkçe-Lehçe-Türkçe” tercümeyi
Devrim Koçak yaptı.
Simultane çeviri kullanılmayan toplantılarda dilden dile
tercüme ile harcanan sürenin verimi, moderatörün kendini öne çıkarmak yerine
misafiri öne çıkarması ile artar. Ben kısa soru ve kısa cevaplarla moderatörün
toplantıyı yönetmesini beklerim. Bu yazımı okursa İKSV'nin, moderatör seçiminde;
bir daha moderatörlük yapacaksa İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve
Dramaturji Bölümü Başkanı Doç. Dr. Karaboğa’nın da bu konuda daha dikkatli
olmasını isterim. Ama şunu da belirtmeden geçmemeliyim. Wroclaw Dialog(2013)
Festivali’ndeki söyleşilerden çok daha verimli geçti toplantı. Bunda üçüncü bir
dilin(İngilizcenin) tercümesinin olmamasının da etkisi vardı. Anlaşıldı ki
toplantı Türkçe bilen katılımcılar için düzenlenmişti. İyi olan düzen elbette
simültane tercüme sisteminin kullanılması ile ortaya çıkar. Ama oraya daha çok
yolumuz var gibi.
Her şeye rağmen Grzegorz Jarzyna’nın söyledikleri önemli
idi. Toplantıda soru sayısı kısıtlandığı ve mikrofon kapanın elinde kaldığı
için soramadığım soruları, moderatör izin vermediği için yapamadığım katkıları,
toplantının akışı içinde dinlediklerim ve Jarzyna’nın söyledikleri arasına
sıkıştırarak bu yazıyı yazdım.
Toplantı Grzegorz
Jarzyna’nın tanıtıldığı bir video ile başladı. Videoda anlatılanlara bakarak, önceden
hazırladığı sorulara konsantre olduğu için moderatörün soramadığı “tiyatroda cesaret”i tanımlamasını, “tiyatronun
rolünü”, “çağdaş kültür”den ne anladığını, “fashionable olmayarak fashionable
olmanın” ne demek olduğunu Jarzyna’dan öğrenmek isterdim.
Jarzyna, tarihsel
birikim, iyi insanlarla çalışmanın ve seyircinin açlığının onun başarısında
rolü olduğunu söyledi. Bizim bu ifadedeki “açlığı” öğrenmemiz gerekirdi.
Jarzyna’nın söyledikleri satır başları ile şöyle (aralara
ben girdim ):
“Seyirciye bir şeyler
verebilmek için karizma sahibi olmak gerekir”
Bizim genç tiyatrocularımız duysun. Bizdekiler fazla cesur.
“Rejisörün mütevazı ama sahnelemenin büyük olması gerekir”
Polonya’da seyrettiğim oyunları hatırlayarak “büyük”ten
kastı anlıyorum. Ancak bazen “büyük olma” adına görsellik öne çıkıyor ve içerik
ortadan kalkıyor. Warlikowski’nin Kabare’si yurt dışında bir festivalde beş bin
kişiye sergilenmiş. Ben yaklaşık 250 kişilik bir salonda seyrettim. Ölçekler arasındaki
farkı düşünmenizi dilerim.
“ Hocası ona ‘Sen
kimsin ki oyununda Bach’ın müziğini kullanmaya cesaret ediyorsun. Ben Bach’ı
kullanmadan önce 20 sene çalıştım’ demiş”
Bu Polonya tiyatrosundaki eğitim hakkında bir fikir veriyor.
Ama bugünün tiyatrosunda ne kadar geçerli? Jarzyna, kendi tiyatrosunu da
değiştirmesi gerektiğini söyledi. “ Yeni
bir şeyler yapmalıyım yeni ve genç bir nesil geliyor, ben de eskidim” dedi.
Grzegorz Jarzyna 1968 doğumlu.
“Tiyatro bir ekip işidir. Ekip ile ortak anlayış içinde olmak gerekir.
Yönetmen madencilerin başındaki lamba gibidir oyuncunun başında”
Polonya tiyatrosu, yönetmen isimleri anılıyor ve tanınıyor
oysa.
“Yerin dar, imkânların az da olsa en iyisini vermek zorundasın”
Ben kendisine Türkiye’de bir oyun yönetmesini teklif ederim.
Örneğin Şermola Sahnesi’nde ve onun olanakları ile. “Büyük”lüğü o zaman anlarız
belki.
“Bizi ileri seviyeye götürecek çalışma şevki ve sezgisi ve de hassasiyeti olan oyuncularla çalışmak
isterim.”
Belli bir aşamaya geldikten sonra zor olmasa gerekir. Zira
artık o seçici konumunda. Ama o aşamaya nasıl geliniyor acaba?
”Yöneteceğim oyun beni
heyecanlandırmalı. Konu benimle toplumu rezonansa getirmeli. Konu ihtiyaç
olmalı. Aksi takdirde taklit ve tekrar ediyor olursunuz.”
Polonya’da “rezonansa getiren konular” neler acaba? Ne kadar
oyun “iç pazar” için hazırlanıyor? Dünyada tanınan Polonyalı yönetmenler
dünyaya seslenme çabasında. Bunu Polonya’daki sorunları çözmek için dünyayı
yanlarına almak yapıyorlar(sanki) Wroclaw’da seyrettiğim bir oyunda sadece o oyunu
seyretmek için Amerika’dan özel olarak
gelen(davet edilen) bir yapımcıyı görmüştüm. Polonya Amerika’da Polonya sanatını tanıtmak
için özel bir yapılanma içinde. Bana bu amaç için Amerika’daki Polonyalılarla
değil, Amerikalılarla iş birliği yapacaklarını söylediler. Bu tercihteki
inceliğe dikkatinizi çekmek isterim. Yâni Polonya tiyatrosunun ufku sadece
yönetmeni heyecanlandıran konular üzerine kurulu değil(gibi)
“İnsan inandığı doğruyu dile getirmeli ve dürüst olmalı. Düşündüğünüz
sonucu elde edememiş bile olsanız seyirci sizin önemli bir şey söylediğinizi
hisseder.”
Çok haklı. Ama destek olmadan nasıl yapılabilir? Polonya’nın
tanınan yönetmenleri uluslar arası işbirlikleri yapıyor. Bu tür işbirliklerinin
“doğruluğa” etkisi nedir?
“Dürüstlük ve doğruluk her zaman iyi sonuç verir”
Aklım öyle diyor ama Türkiye’de emin değilim. Jarzyna
Türkiye’de bir oyun sahnelerse o zaman daha iyi anlama şansımız olur.
“Polonya tiyatrosu gerçekten İkinci Dünya Savaşından sonra var oldu. 1960
olaylarının gerçekliği, 2. Dünya Savaşı’nın konuları kullanılarak anlatıldı”
Yâni bir anlamda metafor tiyatrosu. Benim son zamanlarda
seyrettiğim Polonya oyunları açık ifadeye daha yatkındı.
“En güçlü sesler topluma ulaşılabiliyordu. Jerzy Grotowski ve Tadeusz Kantor en güçlü seslerdendi. Zira
arkalarında uluslar arası bir destek vardı. Bu nedenle dokunulmazdılar. Onların
engellenmesi imkânsız hâle gelmişti.”
Bunun Türk tiyatrocular tarafından dikkatle duyulmasını çok
isterim. Ben hep söylüyorum. Muhsin Ertuğrul gibi bir doruk olsaydı tiyatro
bugünkü hâlinde olmazdı. Tiyatromuz böyle birini çıkarmak ve uluslararası
ilişkilerini güçlendirmek zorunda.
“Şimdi demokratik, liberal hür bir Polonya var”
Evet ama Warlikowski’nin Kabare’sinde ben “Hitler/Nazi
korkusu”nu ve de “eşcinsellik” konusunda “normalleştirme” çabaları gördüm. Dini
konularda da bazı sıkıntılar olduğunu, oradaki konuşmalardan çıkardım. Varşova'daki Stalin'in gökdeleni ile barışamıyorlar. AB’ye
katılan Polonya hâlâ kendi parasını kullanıyor ve şu an ucuz. Yarın için kuşku
ve endişesi var.
“Ruslardan iyi bir alt yapı kaldı.”
Kültürel bir alt yapı, sadece bina değil. Polonya’yı ziyaret ettiğimde kültürel olanı gördüm, ama binaları yeniden hayata geçirmek de pek kolay değil. Polonya tiyatrosunun bizimkine
de benzer sorunları var. Ama çok amaçlı salonlarından bir tanesi İstanbul’da
olsa dedim içinden. Gazhane duruyor Dolmabahçe’de. Yok mu bir hangar?
“ Komünizm döneminde
iktidarın suyuna gidenler desteklenirdi.”
Ama konuşmasının bir yerinde sorulan TÜSAK bağlantılı bir
soru üzerine iktidar yanlılığının hâlâ devam ettiğinin ip uçlarını verdi.
Soruyu soran sanatçı bir ara Polonya’da ödenekli tiyatroların olduğunu öğrenince düşüncesinin kanıtını
bulmuş ve sanki yeni karar vermiş gibi “Ben TÜSAK’a karşıyım” dedi. Ben yurt dışı
örneklerin kendi dokusu, yapısı içinde anlaşılması gerektiğini öneririm. Her
ülke kendi modelini yaratabilmeli.
Polonya tiyatrosu’nun nasıl direndiği soruldu. Malûm bizim
tiyatromuzda “apartman dairesi tiyatrolar”, Polonya’nın direnen ev tiyatrolarını
hatırlatır. Ama aslında şunu hatırdan çıkarmamak gerekir ki Polonya 123 yıl
haritadan silinmiş bir ülkedir ve dilini ve de dinini koruyarak yeniden
doğmuştur. Tiyatrosunda da bu direniş ruhunun ve kültürünün olması tabiidir. Bu
benim görüşüm. Jarzyna –belki de soru
tam anlaşılmadığı için- beni tatmin etmeyen bir cevap verdi.
İstanbul Tiyatro Festivali’nin bilet fiyatlarından şikâyet
edildi. Ben Wroclaw’da Warlikowski dahil 16 oyunu 150 Euro’ya seyrettiğimi
söylediğimde Jarzyna, “150 Euro da
Polonyalılar için çok, maaşın üçte biri” dedi. Ben bizim festivalde altı
yabancı oyunun bilet bedelinin(300 Euro) ortalama bir maaştan az olduğunu söyleyemedim.
Polonya’da kendi salonları 150 kişilikmiş. Seyirci
sandalyeleri çok rahatsızmış. Polonyalı oyuncular Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin
koltuklarını çok rahat bulmuşlar. Kendisine Onur ödülü verilen Grzegorz Jarzyna aynı Wroclaw Dialog
Festivali Direktörü Krystyna Meissner gibi
Türk Tiyatrosu hakkında hiçbir bilgiye sahip değilmiş. Kendilerini Türk Tiyatrosu'nu seyretmeye davet ediyorum. O rahat
koltuklarda oturarak bizim oyunlarımızı seyrederlerse fikir sahibi olurlar.
Türkiye Polonya İlişkilerinin 600.Yılında bizim onları tanıdığımız kadar olmasa
da birazcık merak etseler çok memnun
olurdum. Onur Ödülü almış bir yönetmenden hiç değilse nezaketen bile olsa bir iki güzel cümle bekledim doğrusu.(Bunu
düşününce moderatörün nezaketsiz bulduğum sözleri aklıma geldi.) Bizim bazı
tiyatrocularımız Polonya ile iyi ilişkiler içinde. Festivalde ortak oyunlar
var, bir şeyler söyle gönlümüzü okşa, değil mi? Bundan sonra Grzegorz Jarzyna Türkiye'de bir oyun yönetsin de bu Onur Ödülü'nün anlamı (daha çok) olsun bâri.
Canım sıkılmadı değil. Toplantının bitişinden bir saat sonra
Grzegorz Jarzyna’nın Edinburgh
Festivali’nde büyük beğeni toplayan oyunu "2007: Macbeth"in DVD gösterimi ücretsiz yapılacaktı. İçimden
seyretmek gelmedi. Hem tiyatro dvd’den mi izlenir canım. Çıktım. Ayağıma kadar gelen Jarzyna’nın ilk oyununu
görmemişim, ikincisini de göremeyeceğim(herhalde). Onları da davet edilen eleştirmenler anlatsın. Artık Polonya’ya giderim.
Polonya Tiyatrosu beni heyecanlandırıyor. Grzegorz Jarzyna’nın
şahsında ve söylediklerinden bunun nedenini hisseder gibi oldum. Keşke siz de
dinleseydiniz.
Melih Anık
Yorumlar
Yorum Gönder