Can Doğan ile “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” Üzerine Yazışmalarımız


Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununun yönetmeni  Can Doğan, oyun ile ilgili yazımdan ve karşı karşıya kaldığım “twit saldırısı”ndan sonra hoş görü ve nezaket örneği olan bir mesaj yazdı.  Can Doğan'ın "emek harcanan bir 'şey'in fark edilmesi", "yerginin muhatabı olmanın keyfi"nden bahsederek gösterdiği olgunluk olağanüstü. Bu davranışıyla “eleştiri mekanizması”nı da koruyor.  Mesaj mesajı doğurdu ve yazıştık. Ben Doğan’ın şahsıma karşı göstermiş olduğu teveccühten tabii ki çok memnunum. Büyük bir tevazu ile kendini “hayatını tiyatroya adamış bir tiyatro heveslisi” olarak anlatan bir tiyatro çınarının  profesyonel sahnelerde 30. yılına bir kalasöyledikleri  çok önemli. “Yazımı iktibas edebilirsiniz” notundan da cesaret alarak  oyun ile ilgili temelde aynı duygudan beslenen ama farklılıklar taşıyan düşüncelerimizden bahsetmek istiyorum.  Bunun,  konularla ilgili başka tartışmalara, düşüncelere bir katkı olması amacını taşıyorum.  Ayrıca farklı görüşlerin konuşulabildiğini, “öznesiz cümle” kurmadan  ve (“twit"le) hakaret ve tehdit etmeden de  tartışılabildiğini göstermeyi istiyorum.

Yazımın hemen başında Can Doğan’ın “sanatla uzaktan yakından alakalı değil ve benim kişilik haklarım ve tercihlerime bir miktar "tecavüz" ediyor...” dediği iki tırnak içi ifademe değinmek isterim.   “Benim vergilerimle….”(!) vurguma takılmış Can Doğan . “siz de maaşımın kaynağının sizin vergileriniz olduğunu hatırlatmışsınız...” demiş. Aslında aynı görüşlerde olduğumuzu, o söze katılmadığımı vurgulamak için  tırnak içine aldığımı ve sonuna bir ünlem koyduğumu  belirttim. Engel olanların  uydurduğu gerekçelerdir bu ifadeler.

Aynı düşünüş şeklim “ödenekli tiyatronun işi de değil”(?) yazışımda da var. Ödenekli tiyatroya görev biçmek tehlikeli bir alışkanlık, bir tür baskı altına alma yoludur bence. “Parasını ben veriyorum benim istediğimi oyna”, ödenekli tiyatroyu “parsa” için oynayan dansöze dönüştüren çirkin bir tavır. Ama şu da bir gerçek ki ödenekli tiyatrolar(devletten yardım alan özel tiyatrolar da) güncel politikaya yaklaşamıyor, metaforla söylemeye, tepki göstermeye çalışıyor. Ben bu konu ile ilgili daha önce de tavrımı ortaya koyan yazılar yazdım.(İ.Pala)  Aşağıda konuya girdim ve bu tavrın tiyatroya, tiyatroculara etkisini nasıl algıladığımı anlatmaya çalıştım;  Can Doğan’ın “biz işimizi bildiğimiz gibi yaparız, ki öyle yaptık, birileri gelir de "bıdı bıdı" ederse ona göre tavır alırız...” ifadesi üzerine düşüncelerimi belirttim.

Ben Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın rejisini beğenmediğimi yazdım. Temel olarak İBBŞT’nın açıklamasında özetlenebilecek ifadesini aldım:  “31 Mart Olayı ile başlayan ve 1960 yılının ortalarına kadar devam eden süreçte, ülkemizin siyasal ve toplumsal durumu tüm gerçekliğiyle yansıtılıyor” İfade anlaşılır derecede açık değil mi? İBBŞT, oyunu açıklarken aslında sınırları da çizmiş olmuyor mu?

Can Doğan: “2012'den bakıldığında 1909'da başlayan ve 1971'e kadar süren sürecin esasen bugünü de anlattığını hissettim... Hatta 1974 gösteriminde bizzat Haldun Bey'in eklediği bölümleri de ayıklayayım mı diye düşündüğüm zamanlar oldu... Ulvi Uraz'ın oynadığı metne dönebilirdik...Lâkin bizzat Haldun Taner'in daktilosundan çıkmış lâfları atmaya da hakkım olmadığını düşündüm..60'lı yıllara kadar olup bitenin 2000'li yıllarda olup bitenden bir farkı yoktu ki...Filanca tarihte olup biteni anlatmak bir başka tarihte olup biteni anlatmakla eşdeğerdi ve Haldun Taner'in yüceliği de buradaydı.. Oyunun dramaturgu Özge Ökten başta olmak üzere reji grubu olarak, ki Arda Aydın ve Ümran İnceoğlu'nun da katılımıyla sayısız müzakere toplantısı yaptık... .’Haldun Taner'in yüceliğinin’ emsal göstererek bütün çağları anlatabilme becerisine şapka çıkarmamız gerektiği ve netice itibariyle onun imzasıyla  seyirci karşısına çıkan bir oyuna ‘metin’ olarak tek harf bile eklememiz gerektiğine karar verdik... İster inanın ister inanmayın Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununda (mizanseni yürütmek için eklenen üç beş dolgu cümle dışında) Haldun Taner'in yazmadığı bırakın bir kelimeyi, tek bir nida bile yoktur...” demiş.

Can Doğan tarihin tekerrür etmekte olduğunu söylemiş. 1909 ile 1971 arası 1971-2012 arasında aynen tekrar ediyor ona göre. Bambaşka ilişkilerin, kurumların, güçlerin ortaya çıktığı 21.yy’da 1909-1971 arasının şimdi naif kalan ilişkilerinin geçerli olduğuna inanmıyorum. Bence daha önemli olan tekerrür değil geçmiş dönemin günümüze nasıl etki yaptığını görmek  ve mirasa nasıl bakılması gerektiğini  anlatmaktır.  Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’daki eleştirimin temel noktalarından biri bunu göstermiyor oluşudur.
Ama ifadelerinden, Can Doğan’ın metne sadakat hassasiyetini  ve oyunu 1971’e kadar getirdiğini anlamış oldum.   Sahne metninde  bazı repliklerin çıkarıldığını hissettim ama konuda kesin bir iddiada bulunmam zor. Ancak metin önünüzde iken seyrederseniz ayrıntıdaki farkları bulabilirsiniz.  “Haldun Taner’in daktilosundan çıkmış lafları atmaya hakkının olmadığı” belirten  Can Doğan’ın sahnelemesinde örneğin ben “Harbiye Marşını, Plevne Marşını, ‘Rotary Klüp Toplantısı’ vurgusunu” duymadım, görmedim. (Piyes- sayfa 78 ve 65) Muhtemelen  ben atladım diye düşünüyorum. Zira “tek bir nida”ya kadar özen gösteren bir oyunda Haldun Taner’in metninde mevcut marşların ve sahne isimlerinin de aynı dikkatle kullanılması gerektiği  kanısındayım. 

Bu noktada genel olarak “sahneleme” konusunda düşüncelerimi paylaşmam gerekiyor ki bundan sonra yazacaklarımı daha iyi anlatabileyim. Mesaj verebilmek için metnin bozulmasına karşıyım. Metni mesaja uydurmak yerine mesaja uygun oyun bulmak bana daha doğru geliyor. Piyesler zaman içinde eskir. Bu nedenle -ben her ne kadar özgün metnin korunmasından yana olsam da-  zamanın seyircisine anlatmak için uygun düzenlemelerin yapılmasının kaçınılmaz olduğunu da biliyorum. Bu düzenlemelerin en az olması tercihimdir. Metni aynen koruyup  farklı okumaya da bayılıyorum. Bence esas hüner orada. Bu durumda  rejinin başarısı ve tutumu, replikleri vurgulamasıyla, onlara yeni yorum katmasıyla ortaya çıkar. “Devir bir karışık devir yine/ Tahkikat komisyonu/ Terör, sıkı yönetim” repliklerinin nasıl farklı şekillerde “okunacağını” Can Doğan benden çok daha iyi bilir. Replik eklemeden de farklı yorum yapılabilir ve piyeslerin zaman içinde buna ihtiyacı vardır. Yazara sadakat konusunda ben de aynen Can Doğan gibi düşünüyorum ama “tahkikat komisyonu” gibi genç nesillerce nasıl anlaşılacağı meçhul bir kavramın karşılığını iyi bulmak gerekir. Yani piyesi kendi haline bırakamazsınız,  ona oynandığı döneme özgü bir kostüm giydirmek zorundasınız. Aynı şekilde Vicdani ve Efruz’un lâflarını değiştirmeden  de yazara sadık kalabilirsiniz ama onların dönem karşılıklarını bularak üstlerine giydireceğiniz kostümler, zaman zaman ekleyeceğiniz güncel tonlamalar, seyircinin tanımasına ve algılamasına yardım eder. Oyuncu, repliğini değiştirmeden  jest ve mimiklerle reji yorumunu ekler oyuna.  Kabare oyunları bunları yapmaya elverişli oyunlardır. Önemli olan yorumunuzun ne olduğudur. Can Doğan’ın Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım rejisinde ben böyle bir yorum vurgusu görmedim.  Toplum Efruzlaşmaya yatkın. Vicdani kaybetmiş, kaybolmuş. Reji ne diyor?  “Gözleri kapamak ve vazife yapma”nın bir eleştiri olarak değeri bile kuşkulu zira dönem farklı. Bir zamanlar ayıp olan  “gözü kapayıp vazife yapma”, nerdeyse değer haline gelmiş. Vicdani “salak”, Efruz ise “işini bilir” sayılıyor artık.  Bu nedenle  Vicdani’nin aklını yitirerek kaybetmesine,  Efruz’un açık gözlülük ve ayak oyunları ile kazanmasına,  eleştirel pencereden ve “dışardan” bakmak gerekir. Oyun Vicdani’ye acıma Efruz’a nefret ile bitiyor. Her ikisine karşı aklın eleştirel gücünü koymak gerekir.  Vicdani ve Efruz’ların  olmaması gerektiği bunun bir kader olmadığı anlaşılır olmalıdır. Haldun Taner’in Vicdani ve Efruz’u onayladığını sanmıyorum. Her ikisi de sorunlu karakterler. Mutlaka bir başka yol ortaya konmalı(ydı). İyi de sen nasıl yapardın derseniz Vicdani’nin sahnesinin sonuna kadar aynen oynanan oyuna bir son yazardım ve “Haldun Taner’in metni böyle ama ben bunu böyle anlıyorum” derdim. Seyirciyi evine bir soru ile yollardım (en basit olarak) Böylelikle hem yazarın metnine dokunmamış olurdum hem de kendi duruşumu koyardım. Ayrıca da oyun içinde repliklere “yükleme”ler yapardım. Bana bu olanağı verecek video perdesi de sahnemde durmuyor mu? Can Doğan "Gözünüzü açın, gerekeni yapın" diye bitiriyor oyunu. "Gereken" ne? Vicdani gözünü açmadığı için mi o halde? "Gözü açıp" Efruz mu olalım? Çözüm Vicdani değil Efruz olmakta mıdır?

Haldun Taner’e(genel olarak yazara) sadakat konusu da tartışmaya açık. Yazımı yazarken internette gezindim. Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım değişik topluluklar tarafından kerelerce oynanmış. Bir an için her versiyonun aynı metne sadık kaldığını düşünsek bile(ki bence aralarında mutlaka farklar vardır) müzik, kostüm, dekor farklı olmuş. Hangisi Haldun Taner’e sadık ya da değil? Sadakati neyle ölçeceğiz? Sadakati nasıl anlamamız gerekir?  “Tek harf eklemeden “sadık olunmayabileceği gibi “çok harf eklenerek” sadık kalınabilir. “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir” diyen Atatürk’ü hatırladım. Bir yazara sadakat, onun duygu, düşüncelerini anlamak ve doğru yansıtmaktır. Şimdi Broadway müzikalleri “aynen taklit” esasına göre pazarlanıyor ama o iş ticari, sadakat ile ilgisi yok.  Oysa tiyatronun, aynı metni farklı okumadan kaynaklanan bir keyfi var. Haldun Taner’in metninde  videodan bahsedilmiyor. Sahnede videoyu koyduğunuz andan itibaren yazara sadakat de ortadan kalkmış olmuyor mu? Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım muhtemelen   yazara(metne) sadık kalmaya çok fazla önem verdiği için önerisinin ne olduğu anlaşılamayan bir oyun.

 Can Doğan ile içine “daldığımız” ikinci konu “ödenekli tiyatro”dur. Can Doğan, “iktidara en ters düşen Müjdat Gezen Tiyatrosu'nun hasbelkader Genel Sanat Yönetmeni olarak şu kadarını söyleyeyim ki tiyatronun ‘odeneklisi’, ‘ödeneksizi’ olmaz... tiyatrocunun ‘ödeneklisi’, ‘ödeneksizi’ olabilir...” diyor.  Bu cümlenin girişi yani “iktidara en ters düşen tiyatro” ifadesi durumu anlatıyor bence.  Can Doğan, “iktidara ters düşen Müjdat Gezen” dememiş.  Zira bir kişi değil kurumu oluşturan toplam akıldır önemli olan. Müjdat Gezen Tiyatrosu'nun "ödenekli" olmadığı belli.  İBBŞT , bir  “ödenekli tiyatro” . Madden öyle olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ama bu noktada ‘ödenekli olma’nın zihinlerimizde yarattığı bu yeni durumu gözden geçirelim. Can Doğan “tiyatrocunun ödeneklisi olur” derken belki de istemeden “ödenekli” kelimesine bir anlam yüklüyor ve  “bağımlı insan, aklını parayla kiralamış insan” diyor. “Ödenekli tiyatroyu”  böyle mi anlamalıyız? Tiyatro “ödenekli” ama “özerk” olmalıdır diye o sokak gösterileri yapılmadı mı, parklarda sabahlanmadı mı?  Evet parayı devlet verecek ama sanatçı özgür, kurum özerk  olacak. İstediğimiz bu değil mi? Demek  ki “ödenekli tiyatro” olur ve bu “emir kulu” anlamına gelmez.  “Emir kulu” olmadığına inandığım için Can Doğan’ı önemsiyorum. Ama maalesef şimdi içinde yaşanılan durum Can Doğan gibi -onun tanımıyla “ödeneksiz”-  insanların  elini kolunu bağlıyor. Zira sorun bir sistem sorunu ve insanları mecbur ediyor.

Benim yaşadığım en son örnek Türkiye Kayası, uzun uzun yazdım, merak eden bulur okur. Son günlerde yaşanan bir başka örnek de var.  İstanbul BB Şehir Tiyatrosu, Yücel Erten tarafından yapılmış  iki oyun çevirisinin 4 Şubat 2013 tarihli Edebi Kurul toplantısında değerlendirildiğini ve “genel repertuara alınmasının uygun görülmediğini” bildirmiş. “Uygunluk” ne ve kime göre?

Şimdi bu “ahval-i şart” içinde niyetinden hiç kuşku duymamakla beraber, Can Doğan’ın  “İddia ettiğiniz ya da sandığınız gibi "ödenekli tiyatroda çalışıyoruz. aman suya sabuna dokunmayalım." tadında bir endişemiz hiç olmadı... olamaz da... biz işimizi bildiğimiz gibi yaparız, ki öyle yaptık, birileri gelir de "bıdı bıdı" ederse ona göre tavır alırız...”  ifadesi  ne kadar gerçekçi? Benim 35 yıllık iş hayatı tecrübemden öğrendiğim,  çalıştığım şirketlerde “ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin” tarzının geçerli olduğu yolundadır. Hiç konuşulmamış olsa ve de yazılı bir emir olmasa da çalışanlar kendilerinden bekleneni bilir.  Ayrıca birinin “bıdı bıdı” etmesine gerek kalmadan insan ne yapması gerektiğini hisseder . O kurumda çalışmaya devam ediyorsa  beden ve ruh ona göre kendini ayarlar, mazeret ve gerekçelerini üretir. Küçük farklar, kişinin o sistem içinde kendi doğrularını uygulama çabasından kaynaklanır. Kimi, emirleri yerine getirir ama kendi uygulama yöntemini egemen kılmaya çalışır kimi de baştan teslim olur, her yönteme uyar. Şirketlerde olduğu gibi , tiyatroda da  kurumlar, “Edebi Kurul ve Repertuvar Kurul”ları vasıtasıyla size pişireceğiniz yemeğin “malzeme”sini verir. Yönetmeyi ya da oynamayı kabul ettiğinizde siz o mutfağın içindesiniz demektir. Ondan sonrası sizin hünerinize ve yeteneğinize kalmış. Sizden “yolda karşılaştığınız fırtınalardan yakınmadan gemiyi limana getirmeniz” beklenir. Sizi “çayırı belli bir koyun”a döndürür sistem.  Neşe ile atlar hoplar zıplarsınız ama sizi dışarıdan gören trajedinizi anlar. Tüm dünyanız bir çitin içinde, kaderiniz celebin keyfine bağlıdır.  Bu durumda özgürlükten bahsetmek de zordur. Siz kendi mevkiinizi korusanız bile işi birlikte yaptığınız “çayır ortaklarınız”, hangi rüzgârın tesiri altında kaldığı belli olmayan kişiler, sizi “uhulet ve suhuletle”  yönlendirebilir; yapamazlarsa son sözü “sahnede” (bu illa tiyatro sahnesi değil) söylerler, evdeki  hesap çarşıya(sahneye) uymayabilir.  Son söz canlı yayında çıkar çünkü. Yani yumruk gibi birleşmeden sistemi değiştirmeden ödenekli tiyatroda kişisel tavırlar çok da belirleyici olmaz. Kadro oluşturmak da çok önemlidir desem çok mu iddialı bir şey söylemiş olurum.  Can Doğan, “twit”leri ile oyunun başını ağrıtacak olan oyuncuları önceden hesaplamış mıydı acaba?

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, benim açımdan talihsiz başladı ama Can Doğan’ın nazik, anlayışlı tutumu çok iyi geldi, umut verdi.  “Can Doğan duruşu”nun tiyatromuza egemen olmasını diliyorum. O  “eleştiri olmasa sanat da olmazdı...”  demiş. Katılıyorum ama eleştirilecek bir sanatın da olması lazım. Sanat ve eleştiri birbirini büyütür ve güçlendirir çünkü.   

Melih Anık  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri