San Marco’nun Güvercinleri


San Marco Meydanı’na giren turist, içine düştüğü âlemin şaşkınlığı ile “başı yukarda” dolaşır. “Rol çalan” Çan Kulesi, Saat Kulesi, Ducale Sarayı ve tabii ki bize Türkiye havası getiren Bazilika, insanın başını yukarıya kaldırır çünkü. Bazilika’nın tepesindeki “sahte” atlar sizi Sultanahmet’e götürür. Çan Kulesi’ni tamamıyla fotoğrafın içine alsanız Bazilika küçülür, Bazilika’yı yaklaştırsanız Çan Kulesi anlamsız bir tuğla duvar olur çıkar. O sırada henüz tam bir dikkatle bakmamış olduğunuz için Ducale Sarayı sizin için meydanda bir beyaz yığındır, sizi şaşırtacak ayrıntılar “içine girdikçe” ortaya çıkar. Kolon başlarının süsünü, hikâyesini öğrendiğinizde dışarıdan  dayanılmaz hüzünlü “The Bridge of Sighs”ın("Ah"lar Köprüsü) içerden dayanılmaz iç bunaltıcı hâlini henüz fark etmemişsinizdir daha.

İşte tam o sırada ayaklarınıza takılan bir şeyler ile şaşırırsınız. Ayaklarınızın arasında dolaşan  güvercinlerdir onlar. Binlerce kişinin ayakları arasında onlarca güvercin fütursuzca  “yürümektedir”. Kovaladığınız zaman bile kanat çırpıp havalanacaklarına “yürüyerek” kaçmaktadırlar. Bu o meydanı sahiplenmiş olmalarının sonucu mu yoksa başka bir “tür”den olduklarında mı kaynaklanmaktadır  çözemezsiniz ilk başta. Çoğu kişinin üzerinde durmadığı bu hâl, aslında bir tuhaflığın göstergesidir ve havada olması gereken güvercinlerin hem de o kalabalıkta ürkmeden, kaçmadan insanların ayakları arasında yürümelerinin  nedenini düşündürtür. Bu noktada Taksim’in, Sultanahmet, Eminönü Meydanları’nın güvercinlerini bilenler “Ne var bunda bizimkiler de öyledir” diyebilir. San Marco Meydanı’nda güvercinlere yem atmanın yasak olduğunu öğrenince “bizimkilerin”,  “bol yem” nedeniyle arsızlık ve şımarıklıktan, San Marco Meydanı’ndaki güvercinlerin ise “aç”lıktan muzdarip olduğunu anlarsınız. 

San Marco Meydanı’nda suyu sicim gibi akan çeşmenin yalağında serinlemek için sıra bekliyor görebilirsiniz onları. Çeşmenin dibindeki yalakta serinlemek için suya dalıp çıkarken yaklaşan bir insana yerlerini verecek kadar da “misafirperver” görünürler.  Kenara çekilip sabırla çeşme başının boşalmasını beklerler.  Yan yana oldukları diğer güvercinlerle ise her an dalaşmaya hazırdırlar,  “türdeşlerine” karşı hoş görüsüzdürler yani. Ama aynı mekâna gelen martılara gereken “saygıyı” gösterirler. Onların arkasını kollayıp arta kalanları kapmak için tetiktedirler.  

San Marco Meydanı’nın güvercinleri, haklarındaki yasaklamadan habersiz  “aç” bir şekilde San Marco Meydanı’nda yere düşen ya da düşmesi muhtemel bir “şey”i kapmak için ayaklar arasında “koşuşturup” durur. Bu, insanların “başları yukarda” yalarken dudak kenarlarına yapışıp kalmış bir dondurma külâhının bir parçası, ısırılan bir sandviçten parçalanan ekmek ya da peynir, bir bebeğin elinden yere düşen bisküvi parçası; zaman zaman da dağılan bir kolyenin renkli boncuğu, bir inci  ya da elmas  tanesi de olabilir pekalâ. San Marco Meydanı’nın güvercinleri için bir ekmek parçası ile bir inci tanesi arasında fark yoktur, ikisi  de “mide doldurur”. San Marco’nun Güvercinleri, hep yeni yere düşene atılır ama yarım bıraktıklarını da unutmaz, “yeni”yi “hallettikten” sonra yarım bıraktıklarını gider bulur didiklemeye devam eder, tabii ki o yarım parçayı gören bir başka güvercin yoksa. Onlar için “mülkiyet” yoktur, yerde  bulunan her şey  onlarındır çünkü. Tok olmanın keyfini çıkaramadıkları, aceleyle topladıklarını “sindiremedikleri” yâni “bünyelerine mâledemedikleri” için onlar doymak bilmez, hep “aç”tır. 

Bazen yedikleri elmas  ya da ekmek parçası (fark etmez) onlara geçici bir tokluk ve güven hissi verir, türlerinin bir özelliğini hatırlayıp kanatlarını çırpınca “havalanabileceklerini” anlarlar ama “dolgun mide”nin onlara yeterli enerjiyi vermediğini yerden on yirmi metre “havada” olduklarını farkedince en yakın heykelin başına soluk soluğa konarlar. İşte o onda korku, telaş, emniyette olma duygusu,  ne derseniz deyin, içlerini boşaltacak ve üstüne oturdukları heykelin başına pisleyeceklerdir. (Siz “altına kaçırdı” da diyebilirsiniz.) San Marco Meydanı’nda orasında burasında bir heykelin başında,  rengi, heykelin özünden farklı  bir iz görürseniz anlayın ki bu “yürüyen” güvercinin geçici bir rahatlama hâlinin sonucudur. Güvercin, dermanını toplayıp ait olduğu yere yani San Marco Meydanı’na geri döndüğünde o arada yukardan nasıl göründüğüne bakmamıştır. Ayaklar arasında başkasına muhtaç olsa da o kendine bundan bir pay çıkaracak ve de hakkındaki karardan habersiz, anlamsız bir "caka"yla bir sonraki teşebbüse kadar şişinip dolaşacak; o hâlinin, “iyi ve şefkâtli” insanların müsamahasının sonucu olduğunu hiçbir zaman anlamayacaktır. Başına pislenen heykeller ise bu pislikten bir süre sonra kurtulacak; insanların daha iyi pozu çekmek için yarıştıkları fotoğraflarda  ölümsüz “hayat”larına devam edecektir.           

Melih Anık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atatürk ve Muhsin Ertuğrul ve de '.....çü'ler

Haldun Taner’in "Keşanlı Ali"si

Türk Tiyatrosu’nun Meseleleri