'Sırça Köşk', Sabahattin Ali Vicdanı ve Tiyatronun Dili
İlkokul beşinci sınıftaydım. Yazları İstanbul’a teyzem ile
dayımın birlikte yaşadıkları eve gönderirlerdi beni. Dayım bir kitap
tutkunuydu. Bana kütüphanesinden kitap seçer okumam için verirdi. Ben okuduktan
sonra da o kitap üzerine konuştururdu beni. İlk verdiği kitaplardan biri
Kuyucaklı Yusuf’tu. Yazarın önemini bilmiyordum. Bana ondan bahsetmemesinin
nedeni sanırım içinde bulunduğumuz dönemden kaynaklanıyordu. Dayım vurgulamadan
geçiştirmek istemişti muhtemelen. Mehmet Akif’i, Nâzım Hikmet’i de dayım
sayesinde tanıdım. Bana Necip Fazıl’ın oyununu(Bir Adam Yaratmak) okumam için
elime tutuşturan da dayımdır. Ortaokulda edebiyat öğretmenime oyunu götürdüğümü ve onun
da bana tuhaf bakarak ‘Nereden buldun bu oyunu?’ dediğini hatırlıyorum. Öğretmenimin
açılan gözlerinden bir hata(!) yaptığımı
anlamıştım. Diğerleri gibi Sabahattin
Ali’nin de siyasi kimliğini daha sonraki yıllarımda tanıdım. Yakın tarihlerde
yaptığım Sinop seyahatimde onun tutuklu bulunduğu cezaevini ziyaret ettim.
Yıllarca eziyet edilen bir yazarın koğuşu, devletimin övündüğü(!) yerlerden
biri gibiydi sanki. Duvarlarda Sabahattin Ali’nin sözleri yazılmıştı. Devlet bir
taraftan böyle bir yazara sahip olduğu için gurur duyuyor bir taraftan da ‘böyle
bir yazarı tutukladım burada yatırdım’ der gibiydi sanki. Tuhaf bir övünme biçimi. Devletim eziyet
ettiği yazarlarından devlet gibi özür dilemeyi öğrense keşke.
Sabahattin Ali ülkemizin solcu kesimi tarafından
sahiplenildi. Sabahattin Ali’nin mevcut
‘iktidar’ın yanlışlarını yazması
onun tarafını belirlemiş. İster istemez yaptığı yanlışlarla insanı ezen iktidarı eleştirmesi onu solcu yapmış. Bugün
onu yeniden okuduğumda Sabahattin Ali’nin ‘insan’dan yana olduğunu görüyorum.
Üzüntüm onun ‘insancıllığının’ bir cepheciliğe kurban edilmesidir. Onun
hakkında oluşan ön yargı nedeniyle insanın mutluluğu, özgürlüğü, refahına yönelik düşüncelerinin yeterince
anlaşılmaması ve birleştirici bir unsur olarak kullanılmıyor oluşudur üzücüdür. Sırça Köşk kitabını yeniden okuduğumda her
hikâyesinde Sabahattin Ali’nin ‘insan’ için titreyen vicdanını gördüm.
Hikâyelerin aynı tazelikte kalmasının bu ülkede yaşadığım 63 yıl içinde aynı
oyunların hâlâ tekrar ediyor olmasından kaynaklandığını görüyorum. Bu ne sağ ne sol meselesi , gücü elinde tutanın halka her zaman aynı
şekilde davrandığının göstergesi idi. Yıllar geçse de halkın durumundaki
değişmezlik de bunun kanıtı idi sanki.
Portakal yolsuzluğu
yapılan geminin vinçcisi İsmail’in evde seferden dönmesini bekleyen karısını
mesut etmek için manavdan portakal satın alması; rıhtıma giren yatların resmini yaparak
zenginlerden para koparmaya çalışan ressam Tevfik; adı katile çıktı diye katil
olan Osman; böbrek ameliyatı nedeniyle doktorların ağına düşen Avni; Sulbiye
isimli kız yüzünden dalaşan sokak çocukları; panayırdaki salaş tiyatronun
seyirci çığırtkanlığı; el üstünde tutulan bahtiyar köpek; bir gemici barında
yıllardan sonra hocası ile karşılaşan konsomatris Nigâr; büyük bir zâtın
dekolman ameliyatının yerli yabancı doktor çekişmesine dönüşmesi; hastanede
‘dolap döndüren’ Hacı Bey ile açıkgöz ortağı; Asiye’nin doğum hikâyesi; adı sonradan Şirince olan Çirkince köyü; polis
müdürlüğünde Rıfat’ın aleyhine tanıklık yapan kadınla Rıfat’ın karşılaşması
bugün bile karşılığı olan hikâyeler. Sabahattin Ali bu hikâyelerde olayı ve
olayın içindeki insanları nakletmiş; hikâyelerin kahramanları için yargılayıcı değil anlamaya yönelik bir
dil kullanmış, yorum yapmadan durumu ortaya koymuş. O insanlar için üzüldüğü
çok belli. Kullandığı dil şefkatli. Bu
hikâyelerin okuyucuya geçmesi kahramanların ve okuyucunun siyasi kimliğine bağlı değil, insan
olmak yeterli.
Sabahattin Ali, Sırça Köşk kitabının sonunda dört tane de
masal yazmış. Sosyal medyada kitaptan bahsettiğimde Ege Küçükkiperli Sırça Köşk isimli hikâyenin kısa film olarak
çekildiğini, filmi de youtube’da
seyredebileceğimi söyledi ve bağlantıyı gönderdi bana. Filmi seyrettim.
Doğrusunu isterseniz bu yazıyı yazma
nedenlerimden biri de o filmdir. Film on bir dakika sürüyor. Ormanlık bir
yoldan bir yere iki kişi geliyor.
Oyuncuların ‘klişe’ yorumlarına bakınca bunların son derece üç kağıtçı
tipler olduklarını anlamamak mümkün değil. Mutlaka bir muzırlık peşindeler
diyorsunuz onları görünce. Gerçekten de
geldikleri yerdeki insanları kandırarak onlara bir sırça köşk inşa etmeye razı
ediyorlar, sonra da sırça köşkü mekân edinip keyif çatmaya başlıyorlar. Gitgide işler
büyüyor o kasabanın tüm işi gücü o sırça köşkü büyütmek ve ondan doğan rantı
paylaşmak hâline geliyor. Herkes onun içinde bir yer kapmaya çalışıyor. Neyse
ki halk kendilerine verilen dilsiz ve beyinsiz koyun kafalarını, kendi kafaları
kızdığı için sırça köşke fırlatıyor ve
köşkü tuzla buz ediyorlar. Yıkılmaz sanılan sırça köşk yerle bir oluyor.
İnsanlar sırça köşksüz yaşayabileceklerini anlıyorlar. Filmin sonunda aynı
hikâyede olduğu gibi biri çıkıp halka bu hikâyeden çıkan dersi anlatıyor. Her
şey hikâye çizgisine uygun. Ama hikâyeden farkı şu: filmi çekenin dili ve ders
veren oyuncunun (Orhan Alkaya) kimliği
hikâyeyi bir tarafa çekiyor ve tüm ezilen insanların hikâyesi olacakken,
hikâye, bir gruba mal edilerek oklar iktidara (ve de şu sırlarda çok gündemde olan
‘saray’a) yönlendiriliyor, Sabahattin Ali’nin enfes hikâyesi (ve de Sabahattin
Ali vicdanı) heba ediliyor; ülkemdeki tüm insanlara ulaşabilecekken bir grup
hedeflenerek yazık ediliyor. Bu
hikâyeden birleştirici bir mesaj
çıkarılabilecekken hikâye ayırıyor. Sabahattin Ali'nin bunu hak etmediğini düşünüyorum.
Ben bugün tiyatromuzun birleştiricilik vasfından çok uzakta
olduğunu ve bu nedenle tüm insanların sanatı olması gerekirken bir bakışın
egemenliği içinde aynı Sırça Köşk filminde olduğu gibi heba edildiğini düşünüyorum. Aslına bakarsanız
bu ‘egemen bakış’, tiyatromuzu kuran ve
bugüne kadar yaşamasını sağlayan bakış. Bir bakıma yıllardır türlü güçlükler
ile ülkemizde tiyatroyu var eden bakış bu. Onların yaptıklarını görmezden
gelmek ve bir yazıda tüm harcanan emekleri yok saymak istemem. Ancak yıllardır
süren bu çabaların hayâl edilen sonuçları doğurmadığı da ortada. Türk Tiyatrosu
sürükleniyor. Gücünü kaybediyor. Artan nüfusa paralel olarak seyirci artmıyor. Sorunlar
çoğalıyor. Böyle giderse tiyatro mücadele gücünü de kaybedecek. Bütün bu
gerçeklerin ışığında Sırça Köşk kısa filmi yıllardır süren anlayışı sürdürüyor.
Yıllardır süren alışkanlıklar değişmemiş. Hem de Türk Tiyatrosu’nu sırtlayan bu kişilerin eğitimli,
aydın kişiler olmaları durumu değiştirmiyor. Yıllardır
tuttukları yoldan istenen sonucun alınamamış olması, yıllardır tiyatronun
seyirciden uzaklaşması ve gücünü kaybetmesi tiyatrocuları uyandırmıyor nedense. O halde anlayışın değişmesi gerek.
Tiyatro iktidarda
olan kişilerin muhalifi değildir, olmamalıdır. Onlara karşı olabilirsiniz ama
onlara oy verenlere karşı olamazsınız, olmamalısınız. Yanlış yaptıklarını
düşünüyorsanız öncelikle onları anlamaya çalışmanız gerekir. Zira aydın olan,
aydınlanmış olan bunun bir yolunu bulmakla yükümlüdür. Ona göre teçhiz edilmiş olduğu,
olması gerektiği beklenir ondan. Tiyatro insanı ezen, onları refaha
ulaştırmayan, cahillikten kurtarmayan düzenin
ve ona sebep olan ‘erk’in muhalifidir. Öte yandan kişisel egolar dudaklardaki
birleşme çağrılarının gerçekleşmesini de sağlayamıyor. Maddi ve mesleğini icra
etme ihtiyaçları kişileri kendilerini kurtarmaya sevk ediyor. Ama birleşme kaçınılmaz bir ihtiyaç.
Ben Sabahattin Ali’de gördüğüm bakış açısını öneriyorum.
Tiyatrocular ülkemin tüm insanlarına o bakışla bakmalı. Bunun ilk adımı
Sabahattin Ali hikâyelerini sahneye getirmek olamaz mı? Bence pekala olur.
Melih Anık
Sabahattin Ali'yi anlamak...
YanıtlaSilSanatçı, "bütün insanlık" için sanat yapar. Sanatçının politikasından daha önemli olan onun poetikasıdır... Sanatçının politikasıyla poetikası çeliştiğinde, sanatçı, ağırlığını politikadan yana değil, poetikadan yana koyar. Sanatçının politikasını anlamak kolay, poetikasını anlamak zordur. Türkiye tiyatrosunda politikadan anlayan binlerce kişi varken, poetikadan anlayan birkaç kişi ancak vardır. Poetikadan anlayan birkaç kişinin başında gelenlerden biri de Melih Anık adlı yazardır... Daha noktalama işâretlerini ve yazım kurallarını bile bilmeyen, bilmediği gibi öğrenmeye de hiç niyeti olmayan twitter piyasacılarının Melih Anık'a posta koymalarını anlayabiliyorum. Poetika veren yazar taşlanır!...
Hilmi Bulunmaz
Sanatçının açıkça siyaset yapması hep rahatsız eder beni.O zaten sanatçı olarak hep iyiden,güzelden yanadır.Her devirde de var olmalıdır.Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilSabahattin Ali deyince
https://m.youtube.com/watch?v=YnOIKQo-9LQ
Çocuklar gibi geldi aklıma.Sabahattin Ali, Ali Kocatepe ve Sezen Aksu'dan.